İlginç bir "devlet genetiğimiz" var.
Mayası ile güçler dengesi ile vatandaşının feraseti ile şekillenen bir devlet bu.
Bir yanda,
Anadolu'yu vatan yapan Erenler... Bu geleneği yaşatan veya yeni damarlar olarak devam eden cemaat ve tarikatlar.
Diğer yanda,
Cumhuriyetle kurulan devleti zamanla kendine göre formatlayıp inatla o katı yapıyı sürdürmeye çalışan sivil- asker bürokratlar ile
Bu ülkeyi kendi haline bırakılmayacak kadar mühim gören güçler ve onların görevlendirdiği gruplar, özellikle büyük sermaye...
Ve...
Bütün bunların üstünde,
Oldukça geniş bir yelpazeye yayılan sade vatandaşlar topluluğu, yani millet!
***
Devleti yönetmeye talip olanları millet seçse de asıl oyun, "
milli- manevi çizginin takipçileri", "
cumhuriyetin içini boşaltan statükocular" ve "
küresel güçler" arasında oynanıyor. Bu oyuncuların "
tercihleri, işbirlikleri ve politikaları" devleti şekillendirirken milletin kaderini de belirliyor.
Sistem; "
kadim devlet", "
kadim millet", "
kadim güçler" ekseninde işliyor.
***
Hükümet edenler ne kadar millete yaslansalar da çoğu zaman onları da aşan çoklu beklentileri karşılamak zorunda bırakılıyorlar.
O taleplerle milli menfaatler çatıştı mı, senaryo değişiveriyor. Önce "
Bunlar çok ileri gitti" kararı alınıyor. Sonra iktidarlar iç ve dış "
siyasal mühendisliğin" hedefi haline getiriliyor. Duruma göre ya aktörlerin değiştirilmesi sağlanıyor ya da siyasal kurumların kökten tasfiyesi! Türkiye bir dizi seçime doğru yol alırken böylesi keskin bir viraja giriyor!
***
Türkiye gerçeğinde, "
cemaatler, tarikatlar, inanç önderleri" doğrudan devleti yönetmeye talip olmak yerine devletle çatışmamaya, mümkünse devlet içinde müntesiplerini barındırmaya, aktif siyaset yapmamaya özen gösterdiler. Esasen hizmet hareketi de bu genel ilkenin istisnası değildi. Güncel farklılık, vesayetçi sistemin tehdit algılamasında birinci sıraya oturtulmalarından kaynaklandı.
Yani... Bir altın neslin yetişmesi, devletin her kademesinde bulunması arzusu, özünde savunma refleksi idi. Bir yandan vaziyetten haberdar olmayı diğer yandan haksız ve insafsız saldırılardan korunmayı içeriyordu.
Geçmişte benzeri bedelleri ödemiş muhafazakar kimlikli siyasi harekete omuz verilirken "
ceberut devletin" sona ereceğine inanıyordu.
Burada samimi idi. Ancak, devlet dinamiği aynı zamanda "
güç biriktirme" boyutunu da içerdiğinden bu gönül hareketinin önde gelen kimi isimleri "
postmodern" dönüşüme uğradı. Zaten büyünün bozulduğu nokta burası oldu. "
Devletin gücüyle tanışma süreci", yeni Türkiye'nin inşası sırasında atılan tarihi adımları tümüyle sahiplenme sınırına kadar vardı. Ortak değerleri paylaşan insanlar, fitne mekanizmasının da etkisiyle "
güç yönetimi eşiğinde" ayrışmaya başladı.
***
Peki mühim olan nedir?
Millete güvenmektir.
İnandığı gibi yaşamaktır.
Herkese ve her kesime yaşam alanı açmaktır.
Kirli planlara, gizli kayıtlara karşı durmaktır.
Kırgınlıkları aşıp, asli kimliğe dönmektir.
Neticede...
Milli iradeyi hâkim kılan hususlar bellidir:
Milletin değerleriyle harmanlanmış insanların egolarına yenik düşmemesi, belirsizlikten medet tüm çevrelerin hesaplarını boşa çıkarması, milletin tercihlerine saygı duyması, milletin vekillerinin hatalarını söylemekten çekinmemesi lakin duracağı yeri bilmesidir.