Gezi Parkı olaylarının mali arka planına ilişkin çalışma ilginç bir seyir izliyor. "Aracı kurumlar, bazı yabancı yatırımcıların fon hareketleri, kimi bankaların rolü ve reklam şirketlerinin bağlantıları" araştırılırken ilginç bir gelişme daha yaşandı. Koç Holding bünyesindeki Tüpraş'ta "aramalı inceleme" başlatıldı. Vergi ihbarına dayandırılan, kaçak akaryakıt iddiasıyla şekillendirilen bu süreçte Maliye ve Sanayi Bakanlıkları ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu müfettişleri devreye girdi. Karma denetim ekipleri marifetiyle, defter ve belgelere el konuldu, depolama tesislerinden numuneler alındı.
Bu denetim, zamanlaması yönüyle ilk bakışta Gezi olaylarıyla da ilişkilendirildi. Maliye kaynakları, sektörel risk analizleri kapsamında büyük mükellefler için çizilmiş yol haritası içinde enerji şirketlerinin zaten olduğunu, Tüpraş incelemesinin nitelik değiştirmesinin ise açık şikâyete dayandığını ısrarla söylüyor.
***
Peki, Ankara'daki genel algı hangi istikamette? Bir başka ifade ile Koç Grubu'na yönelik incelemenin yansımaları nasıl?
Hemen belirtelim, medyada yazılan o duyum doğru. Yani, Koç Holding yönetiminin Başbakan
Tayyip Erdoğan'la görüşme arzusu var. Ancak randevu talebine olumlu yanıt verilmiş değil. Hayal kırıklığı had safhada. Doğrudan ve dolaylı şekilde yapılan açıklamalar ise samimi ve ikna edici bulunmuyor. Görünen o ki kısa vadede bir buluşma ihtimali zayıf.
Ankara kulislerinde siyaseten sahiplenilen izahat ise şöyle:
"Tüpraş incelemesi, Gezi olayından üç ay önce yani şubatta başlamış. İncelemenin özünü akaryakıt ürünlerinin işaretlenmesindeki (marker) kaçak kuşkusu oluşturuyor. Konu ister istemez vergi incelemesini de gerektiriyor. Bu arada bazı gazetelere yansıyan, 'Koç Grubu markerdan aklandı'
haberleri ise şimdilik gerçeği yansıtmıyor. Süreç henüz devam ediyor!"
***
Yazının başındaki sermaye ve para piyasaları ile ilgili bölüme gelince...
Borsa spekülasyonu ile güncel olaylar arasında doğrusal bağ kurmak, bunu belgelendirmek ve cezalandırmak sanıldığı kadar kolay olmuyor. Zira; yabancı sermayenin dayandığı çıkar odaklarına, çok sağlam kanıtlara ulaşmadıkça bedel ödetmek neredeyse imkânsız. Olası ceza kesme girişimi ise
"sermayenin güvenliği" tartışmasını alevlendiriyor. Evet, elde ciddi ipuçları söz konusu. Lakin bunların, Gezi'nin finansman kaynağını oluşturduğunu veya ekonomik istikrarsızlaştırma planıyla bağlantısının kurulduğunu söylemek bu aşamada zor.
Benzeri durum, bankacılık sisteminde de karşımıza çıkıyor. Para hareketlerini tek bir nedene bağlamak, istikrarsızlaştırma operasyonunun parçası olduğunu söylemek ve buradan hareketle yabancı ortaklı bankaları sigaya çekmek güç. Zaten, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu da meseleye,
"Asalım, keselim" diye bakmıyor. Hatta, bankacılık kesiminde ortaya çıkacak huzursuzluğun, reel ekonomiye de yansıyabileceğinden çekiniyor. Ama buna rağmen üç hususu kayda geçirmek mümkün:
1- Kritik siyasi ve toplumsal olaylar öncesinde para ve sermaye piyasalarını dalgalandıran tüm finansal aktörler artık yakın gözetimde tutulacak ve bu durum sicillerine yazılacak.
2- Bankaların, faiz dışı gelir kalemlerine gerek sayı gerekse ücret limitleri getirilecek ve tüketicilerin şikâyetleri karşılıksız bırakılmayacak.
3- Bilhassa vergi incelemeleri ile sermaye gruplarının pozisyonu arasında bağ kurulması karşısında, ilgili şirketler açıklama yapıncaya kadar beklenecek. Mükellef mahremiyetine dikkat edilecek. Elde edilen delillerin niteliğine göre dosya yargıya intikal ederse tespitlerin aleniyet kazanması sağlanacak.