Hafta içi yapılan "Güvenlik Zirvesi"nin kritik önemde olduğu artık daha iyi anlaşılıyor. Olgunlaşan görüşlerin "diplomatik" ve "askeri" yönleri ağır basıyor.
Birinci nokta, Suriye'nin kuzeyi. Daha doğrusu, Irak'ın kuzeyi ile Suriye'nin kuzeyi arasındaki benzerlikler. Israrla deniliyor ki, "Türkiye, Kuzey Irak'ta düştüğü hatayı Kuzey Suriye'de tekrarlamasın!"
İyi de "Kuzey Irak'ta yapılan hata ne idi?"
"Kırmızı çizgiler ilan etmek ama arkasında duramamak!" Yani, bir savaşı göze alamamak.
Peki, "Kuzey Suriye'deki gelişmelere nasıl müdahale edilecek?" Bir başka ifade ile sürece müdahil mi olunacak yoksa askeri seçenek mi masaya sürülecek?
Ankara'nın diplomatik tercihi, Suriye'nin kuzeyindeki Kürt oluşumu PYD'yi mutlak dışlamama yönünde. Suriye'deki Kürtleri siyasi rayda tutmak en doğrusu. Zaten bunun ilk adımı atıldı ve PYD lideri Salih Müslim İstanbul'a davet edildi. Verilen mesaj gayet netti:
"Esat rejimi tasfiye olur, Suriye halkı kendi kaderini tayin edecek güce erişirse, ülkenin herhangi bir bölgesinde ne tür yönetim kurulacağına Suriye halkı karar verir."
Bunun anlamı, bir özerk yönetim de olsa Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde Ankara'nın saygı göstereceği!