Çözüm sürecinin hayati aşamalarından biri daha geçiliyor. Silahlı siyasetin unsurları, yani teröristler Türkiye'den yavaş yavaş çekiliyor...
Evet.
Sürece ilişkin kaygı beyan edenlere rastlanıyor. İmralı'nın aktör haline getirilmesini eleştirenler de oluyor. Kürt siyasetçilerin aşırı özgüvenli tavırları rahatsızlık yaratabiliyor. Türk milleti etrafında tırmandırılan tartışmalarla kimlik bunalımı tetiklenebiliyor. Üniter yapının geleceği dahi sorgulanabiliyor...
Aslında bütün bunlar "sağlıklı demokrasinin bünyesel refleksleri." Hatta, Akil İnsanlar Heyeti'ni muhtelif illerde protesto etmek için toplanan gruplar bile toplumsal bilinçaltının marjinal dışa vurumu. Süreci sahiplenen sessiz çoğunluğun gücü kadar sürece karşı çıkan gürültücü azınlığın varlığı da önemli.
Ama...
Duygularımızdan, acılı geçmişimizden, korkularımızdan, ideolojik takıntılarımızdan bir an için sıyrılıp bu sürece olabildiğince objektif açıdan da bakabilmeliyiz.
Daha geçtiğimiz yılın yaz aylarında Şemdinli, terör örgütünce kuşatılmış, PKK geçici alan hâkimiyeti sağladığını ilan etmiş, Türkiye şoke olmuştu. Yine Şemdinli kırsalında BDP'li vekiller, PKK'lılarla buluşmuş, sırtlarını sıvazlayıp tekrar dağa göndermişti.
O zaman devlet, askeri kararlılığını sergilemiş, kahramanların fedakârlıkları ile gerekeni yapmış, örgütün silahlı kapasitesini kırmış, propaganda malzemesini elinden almıştı. Zaten, yıllar yılları hep bu mücadelenin farklı boyutlarıyla kovalayıp durmadı mı?
***
Peki ya şimdi?
Terör örgütü, silahlı siyaset döneminin kapandığını kabul ediyor.
30 yıldır boşaltılamayan dağlar, boşalıyor.
Silahlı militanlar ülke dışına çıkıyor.
Resmi kayıtlarda örgüt mensubu gözükmesine karşın suç işlediği bilinmeyen kitleler günlük hayata karışıyor.
Düne kadar PKK'lıları kucaklamak için dağa giden BDP'li vekiller, şimdi dağdan insinler diye gözcülük yapıyor.
Sadece bu kadar da değil.
Çözüm sürecinin ilk günlerinde Kandil'in tutumu da bambaşkaydı.
"
Öcalan tahliye olmadan çekilmeyiz" diyordu.
2014-15'teki seçimlere silahın gölgesinde girilmesini planlıyordu.
İran ve Suriye'nin desteğine güveniyordu.
Ağır silahları depoluyor, mühimmatları takviye ediyordu.
Derken...
Kan-dil'i zorunlu değişimin içinde gördük. Yani... Kan dilinin yerini siyasetin dilinin alacağı şartlara istemeye istemeye yanaştığına tanık olduk.
***
Bu açık aktarımlarla "
toz pembe tablo" çiziyor değilim. Şüphesiz, ciddi sorunlar bizi bekliyor. Örneğin, durup dururken Irak Merkezi Yönetimi "
Aman PKK'lılar Kuzey Irak'a geçmesin" diyebiliyor. Kürt ittifakını tehdit gibi algılıyor. Eski Türkiye'nin endişeleri, yeni Irak'ta canlanıyor. Oysa korkuya ve korkutmaya dayalı politikalar uzun vadede hiçbir yerde başarılı olamadı. İşte bu yüzden artık kendine güvenmesi gereken, sadece kendi sınırlarındaki Kürtleri değil, bölgesindeki tüm halkları kucaklayan, demokrasi, barış, insan hakları, refah vaat eden Türkiye'den söz ediyoruz. Siyasi rekabetin öne çıktığı yepyeni bir dönem bu. Siz sanıyor musunuz ki, silahlar tümüyle bırakıldığında Kürt kökenli vatandaşlar Marksist- Leninist çizgideki despotik PKK'nın peşinden gidecek?