Türkiye'nin en iyi haber sitesi
OKAN MÜDERRİSOĞLU

Türkiye'nin güvenlik sınırları

Mülkiye'de bir hocamız vardı. Şöyle derdi:
"Bir olay olup bittikten sonra onu en iyi açıklayan kişiye tarihçi denir!"
Aslında tarihe tanıklık eden biz gazeteciler de benzer konumdayız.
Olaylar belli bir hal aldıktan sonra dünkü özel bilgilerimiz ve bugünkü aklımızla yorumlar yazabiliyoruz.
Bizler, tarih yapıcı konumda değiliz.
Sadece, tarihi kararların arka planını biliyoruz.
Başlangıçtaki düşünce ile varılan sonuç arasındaki farkı ölçebiliyoruz. Lakin bu avantaj bize kritik olaylara iktidar veya muhalefet gözlüğü ile bakma lüksü tanımıyor.
Yalın haliyle aktarmak en doğrusu...

***

Örneğin, "Suriye" konusu...
Sınır komşumuzdaki iç savaşın niteliği, Türkiye'nin pozisyonu, sürecin terör bağlantısı ve dökülen Müslüman kanı...
Deniliyor ki dün Şam'la kol kola girmek yanlıştı, bugün de çatışmaların tarafı olmak.
Güncel gelişmelere göre, bu yorum makul sayılabilir.
Peki Şam'ı, uluslararası topluma entegre etmeye çalışmanın, fiziki sınırları kaldırmanın neresi yanlıştı? Veya iyi niyetli telkinlere rağmen Esed yönetiminin reformlara yönelmek yerine kendi halkına savaş açması karşısında tavır almanın neresi tuhaftı?
Suriye muhalefetine verilen destek de eleştiriliyor.
Hatta Müslümanların birbirini öldürmesinden söz ediliyor...
Türkiye, Esed rejimi ile dostluk köprülerini atmadan önce de Suriye'de kardeş kanı dökülmüyor muydu? Veya on binlerce insan çevre ülkelere sığınmıyor muydu?
Aynı şekilde, Türkiye'ye yönelen terör tehdidi de Suriye politikasına bağlanıyor...
Bunu söyleyenler de iyi biliyor ki terör örgütü PKK'nın dağ kadrosundakilerin en az üçte biri Suriye kökenli, çoğunun kimliği bile yok.
Örgütün, sonuna kadar şiddeti savunan yöneticisi Bahoz Erdal da Suriyeli değil mi? Yani, PKK ile Suriye arasındaki lojistik bağ hiç kesilmedi ki! Yalnızca bir dönem sütre gerisine çekildi...
***

Uygulamada hatalar yok mu? Var.
Evdeki hesabın çarşıya uymadığı yönler olmadı mı? Oldu.
Zaten dış politika dinamik bir süreç.
* Bölge dengeleri değişmeye başladığında bazı ülkelerin, Suriye kartına oynayacakları belli idi. Bu yüzden, sınırdaki ateşin sıcaklığı şimdi daha fazla hissedilmeye başlandı. Burada kamuoyu algısı iyi yönetilemedi. Şeffaf bilgilendirme yapılamadı. Oysa Türk dış politikası sorgulandığı kadar Rusya, İran ve Çin'in manevraları sorgulansaydı bu üç ülkenin de kaybeden tarafta yer almak istemedikleri, değişken diplomasiyle ayakta kalmaya çalıştıkları anlaşılacaktı.
* Irak'taki Sünni direnişin, Suriye'deki muhalif silahlı unsurlar için de esin kaynağı olacağı, küresel cihatçıların Şam'da, Halep'te savaş sahnesine çıkacakları, bunun faturasının Türkiye'ye kesileceği tam olarak öngörülemedi.
Ankara, sanki Sünni İslam adına hareket eden ülke gibi sunularak dar bir alana sıkıştırıldı.
Suriye'de değişik inanç gruplarını birlikte kucaklayan söylem birliği tesis edilemedi.
* Esed'in, kuzey Suriye'yi boşaltıp, Kürt gruplara geçici yerel üstünlük vereceği, Türk kamuoyunda tedirginlik yaratacağı yeterince hesaplanmadı. Planlama, kitlesel göç ve masum sivilleri koruma esasına bina edildi.
Ayrılıkçı senaryolara karşı askeri güç gösterisinin ötesine geçilemedi.
Listeyi uzatmak mümkün.
Tabii, olayların nitelik değiştirmesine karşı önlem almak da...
Ancak, kabulü gereken husus şudur:
Komşularının toprak bütünlüğünü, istikrarını savunan, demokratik değişimi destekleyen Türkiye'nin, bu coğrafyada stratejik derinlik kurmadıkça üniter yapısını koruması imkânsızdır!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA