Mekteb-i Mülkiye'de uluslararası ilişkiler okumuş bir gazeteci olarak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile vücut bulan "komşularla sıfır sorun" ve "yumuşak güç" açılımlarının güncel bilançosunu çıkarmayı deneyeceğim. "Sorun Davutoğlu'nda mı, yoksa reel politikte mi?" sorusuna yanıt vermeye çalışacağım.
Bu nedenle madalyonun her iki yüzüne birlikte bakacağım.
***
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ve Başbakan
Tayyip Erdoğan'la yolları kesişen Davutoğlu,
"Hoca" kimliğiyle
"siyasete transfer" olurken tarihi bir fırsatı yakaladı. Onun
"stratejik yaklaşımı", büyük devlet idealiyle yetişmiş her iki liderin
"gelecek tasarımı" ile örtüştü. Davutoğlu'nun
"teorik modeli", Gül ve Erdoğan'ın
"hedefleri" vardı. Bu sayede dış politikada yapısal dönüşümün altyapısı kurgulandı.
Davutoğlu patentli madalyonun bir yüzünde,
"olumlu" olarak nitelendirilebilecek gelişmeler yer alıyor...
Son 10 yıla kadar Türkiye'de diplomasi
"dar bir elit grubun tekelindeydi." AK Parti Hükümetleri ile birlikte dış politika yaygın biçimde kamuoyunun ilgi alanına girdi. Bilhassa Davutoğlu'nun bakanlığı döneminde, dış politika en az iç siyaset ölçüsünde ortalama vatandaşın sohbet başlığına dönüştü.
"Dış politika yapma alanı da genişledi." "Siyasi krizlere" odaklı dış politika yaklaşımını aşan,
"enerji, çevre, hukuk, ticaret, teknoloji, medeniyetler arası ortak payda arayışını" da içeren yeni politika başlıkları gelişti. Haliyle dış politika yapıcılarının vizyonu değişti.
Dış politikada
"paydaşların değeri" keşfedildi.
Diplomatlar;
"medyanın, sivil toplumun, aktivistlerin" gücünü daha fazla önemsemeye, deyim yerindeyse dışa açılmaya başladı.
Ve nihayet Davutoğlu'nun bakanlığı hem
"bölgesel etkinlik" çabasına hem de tarihten gelen
"stok problemlerle" yüzleşme olaylarına sahne olduğu için çokça eleştirildi.
***
Madalyonun diğer yüzünde ise kimilerine göre
"tartışmalı" kimilerine göre
"başarısız" bir tablo söz konusu...
Her şeyden önce
"Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinde yorum farkı baş gösterdi.
"Süreçlere tepki veren, içe kapanık diplomasi" yaklaşımı yerini
"gelişmelere yön vermeyi esas alan aktif dış politikaya" bıraktı.
Ancak kişi başına milli geliri 10 bin dolar olan Türkiye'nin, 30 bin dolar gelire sahip ülke ayarında dış politika sürdürmesinde güçlükler yaşandı.
Bölgesel inisiyatifler üstlenen Türkiye profilinin, küresel aktörler arasındaki liderlik savaşında hedef alınabileceği ya yeterince hesap edilmedi ya da güçlü politika alternatifleri üretilemedi.
Türkiye ile geleneksel rekabet halindeki bölge ülkelerinin manevraları da önlenemedi.
Müslüman ülkelerin halklarına yatırım yapan Türkiye'nin, totaliter liderlerin oyunlarını bozma kapasitesi yetersiz kaldı. Ankara'nın Batı ittifakına olan bağlılığı ile Ortadoğu'daki hedefleri arasında kurmak istediği sihirli dengenin kırılganlığına da çare bulunamadı.
Ve en mühimi... Batı dünyasını;
"Doğu'nun değerleri ve enerji zenginlikleriyle" Doğu dünyasını ise
"Batı'nın demokratik birikimi ve uzlaşma kültürüyle buluşturma" arzusu global sistemin güncel gerçekleri karşısında "romantik" kaldı.
Sözün özü...
Kısa vadede bakıldığında Türk dış politikasının taşıyıcı ayaklarında kırılmalar görülüyor. Ama uzun vadeye bakıldığında ise Türkiye'nin üniter ve model devlet olarak kalabilmesinin
"bölgesel liderlik" iddiasından geçtiği anlaşılıyor.