Türkiye'nin gerçek anlamda huzur ve istikrara kavuşması için "Diyarbakır eşiğini" aşması gerekiyor. Ve maalesef "etnik siyasetle terör kıskacı" arasındaki Diyarbakır, "demokratik başkaldırıyı" gerçekleştiremiyor.
Merkez siyasetin boşalttığı alanı ise "korku cumhuriyetinin militanları" dolduruyor.
Dün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'da düzenlediği mitingi, diğerlerinden farklı kılan yanı, sivil siyasetin çözüm üretme kapasitesinde gizliydi. Zira Diyarbakır'ı, alışılmış siyasi rekabetin ötesinde özel bir test merkezi olarak görmek durumundayız. "Kürt Raporu'nu güncellemeye çalıştığı" gerekçesi ile referandum sürecinde Diyarbakır'ı teğet geçen CHP'nin, "çatışma çıkar" kaygısı ile yıllardır Diyarbakır'a uğramayan MHP'nin siyaset kantarındaki net ağırlığı içine girilen açmazın da kaynağı aslında.
***
Başbakan'ın Diyarbakır konuşması gerek
"fonu" gerek
"simgeleri" gerekse
"içeriği" açısından dikkate değerdi.
Erdoğan'ın konuştuğu kürsünün arkasında görkemli
"Sümer Camii"...
"Ramazan, Kadir Gecesi, Bayram" vurgusu ile desteklenen
"Kardeşlik ve barış" mesajı. AK Parti'nin, tüm bölgeyi kucakladığını gösterircesine sahneye çıkarılan
"Diyarbakır, Siirt, Batman, Hakkari, Adıyaman, Şanlıurfa, Elazığ, Muş, Erzincan, Şırnak, Ağrı, Mardin, Bitlis, Bingöl, Gaziantep" milletvekilleri... Onlara eşlik eden,
"hizmet siyasetini simgeleyen 8 bakan"...
***
Erdoğan, geniş kitleleri kalbinden yakalarken,
"kendi demokratik mücadelesi ile Diyarbakır'daki demokrasi açığını özdeşleştirmeyi başardı."
"Siirt'te şiir okuduğu için hüküm giyen, Pınarhisar'da dört duvar arasında umutsuzluğa kapılmayan, özgürlüğün kıymetini, demokrasiye olan ihtiyacı iliklerinde hisseden" Erdoğan tablosunun bölgedeki karşılığı,
"Boşaltılan köyler, yasaklanan meralar, hapisteki oğlu ile Kürtçe konuşamayan aileler, oğlunu terör örgütüne kaptıran annelerdi." Erdoğan'ın,
"statükoya meydan okuyan" tarzı da
"PKK'nın baskısına direnmesi gereken Kürt vatandaş kimliğinde" canlandı.
12 Eylül darbesiyle başlayan, OHAL'le kemikleşen, faili meçhullerle zirveye çıkan,
"Diyarbakır sendromu" ise
"Musa Anter'le, Diyarbakır cezaevinde işkence görenlerle, Şivan Perver'in hasretiyle Ahmet Kaya'nın dışlanmışlığıyla" ete kemiğe büründü.
***
Erdoğan, 30 yılın yanlışlarını, son 8 yıldaki demokratik dönüşümle kıyaslarken, Diyarbakır'da meydan olan olmayan Kürt kökenli vatandaşlara somut olarak
"Yeni Anayasa" vaat etti. Yeni Anayasa ile
"sözde özerklik taleplerinin" değil
"kardeşlik özleminin" giderileceğini söyledi. Diyarbakır için
"BDP'nin kanla beslenen, gerçekçilikten uzak emelleri" bir yanda, "
CHP ve MHP'nin yılların ihmali ile bezenen çözümsüzlüğü" ise diğer yanda.
Terör örgütüne ipotek edilemeyecek milyonlarca Kürt için makul çıkış yolu ise şu anda tek yönü gösteriyor. AK Parti'nin
"Barış içinde bir arada yaşamayı, ifade özgürlüğünü, kültürünü, dilini serbestçe yaşamayı teminat altına alan" demokratik reçetesini...
***
Şimdi,
"Açılım politikası yüzünden BDP'nin pervasızlığı arttı, çözülme süreci hızlandı" diyenleri duyar gibi oluyorum.
Bu açılım meselesi, Ağustos 2009'un gündemi idi. Oysa 5 ay öncesindeki Mart 2009 yerel seçimleri bittiğinde, açılımın
"A"sı bile ortada yoktu. Buna karşın, o dönemdeki DTP'li bir milletvekili, kazandıkları belediyelerin sayısına bakarak,
"Kürdistan'ın haritasını çizdiklerini" ileri sürecek kadar ileri gitmişti. Yani, bu hassas olayın arka planında AK Parti, Tayyip Erdoğan değil, o bölgenin özgün dinamikleri yatıyor. Sonuç olarak, bir partiyi veya liderini ister sever, ister sevmezsiniz. Ama sağduyulu iseniz parti siyasetini aşan ülke realitesinden kaçamazsınız. İşte o an, Diyarbakır'da, Hakkari'de, Tunceli'de de söyleyecek sözü, meydanlara toplayacak on binleri olmayan siyasetçileri sorgulamadan bu ülkenin bekası için karar verilemeyeceğinizi sessizce itiraf edersiniz...