Ankara'da, neyi ne kadar bilirseniz bilin, sahadan gelen sinyaller her zaman daha üstün oluyor. Ekonominin yaz rehavetini yaşadığı, siyasetin Yüksek Askeri Şûra'daki normalleşme sürecinin sancılarını hissettiği ve referandum öncesi hesaplaşmanın kızıştığı bugünlerde farklı yörelerde, nabız farklı atıyor. Örneğin, güvenlikle ilgili risk algılamasına rağmen -aman nazar değmesinbu yıl turizm ülkenin yüzünü güldürüyor. Lakin, turistik kentlerde içten içe toplumsal ayrışma seziliyor. Doğudan göç alan turizm merkezlerinde sanki örtülü tepki birikiyor. Bu yüzden, Akdeniz çanağına yerleşen vatandaşların sorunlarının tespiti ile yerel halkla kaynaşması noktasında belediye başkanlarına büyük sorumluluk düşüyor. Antalya'nın Kemer ilçesini ele alalım. Taşeron inşaat işi üstlenen müteahhit hemşerisinin yanına çalışmaya gelen ustanın ortada kaldığını tasavvur edelim. Tabii, mahalli dışlama etkisini de bu tabloya ekleyelim. Bu gariban, derdini kime anlatacak? Memleketine mi dönecek? Nasıl dönecek? Gerçek ihtiyaç sahibi olup olmadığı nasıl bilinecek? Ya kötü niyetli birilerinin yönlendirmesiyle ya da çaresizlikten suça bulaşırsa ne olacak? Kişisel gözlemim, Akdeniz ve Ege kıyı şeridindeki ekonomik canlılıktan pay almak için ekmek davası uğruna koşup gelen yığınların, hayata tutunmasındaki zorlukların arttığı ve vahim hal alan sömürü düzeninin görmezden gelindiği yönünde. Bu nüfus akımı, etnik kimliğe indirgenip ihmal edilir veya sadece polisin, askerin görevi diye bakılırsa, yakın gelecekte huzur ve refah şehri diye bilinen pek çok yerde sarsıcı olaylarla karşılaşılması sürpriz sayılmamalı.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın, ilk fırsatta sahil yörelerindeki vali, belediye başkanı, iş dünyası örgütü ve yerel kanaat önderleri ile biraraya gelip durumu değerlendirmesinde bence sayısız fayda var.