Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le Batı Afrika'dayız. Gül, yurtdışına çıktığında, Türkiye'nin yorucu tartışma ortamından bir an sıyrılıyor, adeta soluk alıyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Kamerun'u kapsayan gezideki gözlemimiz de farklı değildi. Lakin, nereye giderseniz gidin aklınız Türkiye'de kalıyor. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un açıklamaları, Ermenistan'la imzalanan protokollerin iç politika malzemesi olması, anayasa değişikliği çalışmaları, yüksek yargı kuruluşlarının 'siyasallaşma' kaygıları, referandum ihtimali...
Hiçbiri Gül'ün gündeminden düşmedi. O, bir an için unutmak istese biz gazeteciler hatırlatmaktan geri durmadık. Afrika stratejisine değinmeden önce, ülkenin ağır konuları hakkında Cumhurbaşkanı'ndan edindiğim izlenimi yansıtayım...
- Köşk'teki üçlü zirveden çıkan sonuca göre Çankaya, muhtelif darbe planı iddialarını ciddiye alıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpranmaması için hassasiyet gösteriyor. Ancak bu konuda asıl görevin komuta kademesine düştüğünü hissettiriyor. Gül, TSK'da rutin dışına çıkan personelin bünyesel refleksle korunmasını değil, ayıklamasını bekliyor. Askeri yargı-sivil yargı çekişmesi istemiyor. Şimdilik özel yetkili savcılık müessesesine dokunmuyor.
- Ermenistan'la Türkiye arasındaki ilişkileri normalleştirme sürecinin, tarihi olayları yargılamaya kalkan, küçük oy hesabı ile hareket eden üçüncü ülke parlamenterleri yüzünden yara aldığını düşünüyor. Siyaset üstü gördüğü bu meselede "sessiz diplomasinin gücü"ne güveniyor.
- Anayasa değişikliği çalışmalarını yakından izliyor. Bilhassa yargı reformunu öngören maddelerin mutabakatla çıkmasını arzuluyor. Ancak muhalefet liderleri destek vermeyeceklerini kendisine de beyan ettiğinden Meclis'te ortak payda ihtimalinin zayıf olduğunu görüyor.
- Hükümet'in, anayasa paketini halkoyuna sunması kararlılığının, "toplumsal tansiyon" yaratacağı kaygılarına pek katılmıyor. "Herkes işinde gücünde... Özel sektör dinamizmi, devletin çok ötesinde" diyor.
***
Afrika'ya ayak bastığınız andan itibaren,
"Geç kalmışlık duygusu"na kapılıyorsunuz. İhmali sorguluyorsunuz. Siyasi körlük, vizyon eksikliği gibi faktörlerin yanı sıra 2000'li yılların başlarına kadar devam eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın Türkiye'yi ne kadar içe kapalı hale getirdiğini hatırlıyorsunuz.
Afrika,
"varlık içinde yokluk" manzaralarıyla dolu. Örneğin, yıllarca iç savaşla boğuşan Demokratik Kongo altın, elmas, bakır madeni zengini, ormanlar da keza öyle. Ama sömürgeciliğin tüm izlerini taşıyor. Havaalanı kargo uçaklarıyla dolu. Bir grup uçak kıymetli maden ticareti yapıyor, diğer grup uçak BM adına güvenlik gücü ve yardım malzemesi taşıyor. Ülkede hijyen yok, yol yok... 1976'dan beri Kinşasa'da bulunan Türk Büyükelçiliği yeni yeni kendine geliyor. Küçük çaplı Türk işadamları da ülkeyi keşfediyor. Büyükelçinin gidemediği uç noktalarda onlar bayrak dalgalandırıyor. Şafak Türk Okulu'nda okuyan öğrenciler de iki ülkeyi birbirine yaklaştırıyor.
Kamerun ise iç dengelerini kurduğu, komşularla iyi ilişkiler politikasını oturttuğu için Kongo'ya göre daha şanslı. Eğitim, kentleşme bir gömlek üstün. Türkiye'ye ilgi doruk noktasında. Burada da bir okul karşınıza çıkıyor. Amity Koleji... O kolejde okuyan çocuklar, tercüman sıkıntısı yaşanınca Türk ve Kamerunlu iş insanları arasında köprü oluyor.
***
Cumhurbaşkanı Gül'ün, Hükümet'le birlikte yürüttüğü Afrika'ya Açılım Programı'nın, birkaç yıla kalmaz meyvelerini vereceği anlaşılıyor. Gül, BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği'ne Afrika'nın büyük desteği ile seçilen Türkiye'nin, G-20'den İslam Konferansı'na uzanan tüm uluslararası platformlarda Afrika'nın da sesi olacağını söyleyince alkış tufanı kopuyor. Türkiye'nin, Afrika'ya bakışını
"Karşılık beklemeden yapılan insanlık borcu" diye tanımlayınca gönülleri fethediyor.
Türk Cumhuriyetleri'nde, Balkanlar'da, Körfez'de ve Afrika'da izlediğim Gül... Bu coğrafyalarda yarattığı etki ile Cumhurbaşkanlığı sonrasında uluslararası bir kuruluşun başına geçmeye aday görünüyor.