3 Temmuz 2011'den itibaren başlayan sürecin sonuna gelindi. Türk futbolundaki şike gerçeği artık enternasyonal makamlar tarafından kesinkes tasdik edildi. Bundan sonra geri dönüş yok. Aziz Yıldırım organize şekilde yaptırdığı kara propaganda operasyonlarıyla gerçeklerin üstünü örtebileceğini zannetti. Ama gerçekler gerçektir en nihayet hükmünü icra eder. İlk günden itibaren sonucun böyle olacağını yazdık, söyledik. Türk futbolunun en önemli kulüplerinden Fenerbahçe bu süreci çok daha az yarayla atlatabilirdi. F.Bahçe'nin çıkarına olan, Yıldırım'ın 4 Temmuz günü istifa etmesi ve yerini Nihat Özdemir gibi bir arkadaşına bırakmasıydı. O zaman Yıldırım "F.Bahçe çıkarlarını kendi çıkarından üstün gördüğünü" ispatlamış olurdu ve tarihe o zaman yaptığı şikeye rağmen "Büyük Başkan" olarak geçerdi. F.Bahçe o zaman bu işten sağ salim çıkardı, bu kadar büyük zararlar görmezdi. Şimdiyse tarih Yıldırım'ı "Yaptığı şikenin üstünü örtmek için Fenerbahçe'yi istismar eden adam" olarak anacak.
Bu vesileyle şunu da yeniden belirtelim. Hem Aziz Yıldırım hem de Yıldırım'ın basındaki kara propaganda şefleri Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci'den, Savcı Mehmet Berk'ten ve Emniyet Müdürü Mutlu Ekizoğlu'ndan özür dilemek zorundadır. Bu üç insana ve arkadaşlarına 3 Temmuz sürecinde edilmedik hakaret kalmadı. Sadece gerçekleri ifade ettiler diye her gün basında saldırı gördüler. Aynı şekilde 3 Temmuz bağlamında Gülen Hareketi'ne de haksız biçimde saldırıldı. Fethullah Gülen'e çok çirkin ve yalan ithamlar yapıldı. Şike davası haklı bir davaydı ve Hizmet de Hizmet'in medyası da çok doğru bir tavır aldı. O süreçte gözü dönmüş bir fanatizmle Gülen Hareketi'ne bu saldırıyı yapanların başında Cengiz Çandar ve Ertuğrul Özkök geliyordu.
***
CAS kararından sonra bu ikili dut yemiş bülbüle döndüler. Son dönemde siyasi alandaki teşhisleri kadar spor alanında da teşhisleri tamamen yanlış çıkan, külliyen çuvallayan bu ikili, kamuoyu önünde Hizmet'ten özür dilemek zorundadır. Gerçi hem bu ikili hem de yıllardır Gülen'e ağır hakaretler yağdıranlar
"Cemaatten özür dilememize gerek yok. Biz zaten şu an ittifak halindeyiz" havasındalar. "Cemaat müttefiki" havaları basan bu isimlerin son dönemdeki makalelerinin şu yeminle yazıldığı gibi bir izlenim var.
"Şu an asla cemaate dokunmuyoruz. En ufak şekilde cemaati eleştirmiyoruz. Cemaatin devleti ele geçirmiş bir suç örgütü olduğunu, sahte kanıtlar yaratıp suçsuzları içeri tıktığını, insanların özel hayatlarını kasete çekip koz olarak arşivlediğini, AKP'lilerin ve AKP medyasının nerdeyse tamamının cemaatin çete faaliyetlerinden korktuğunu, esas devlet iktidarının cemaatte olduğunu biliyoruz ama şu an taktiksel olarak bu yapıyla ittifak halindeyiz. Hatta şu an AKP'ye de hiç dokunmuyoruz.
Sadece ve sadece Erdoğan'a saldıracağız. Erdoğan'ı itibarsızlaştıracağız. Cemaat-hükümet gerginliğinde cemaatin yanındayız. AKP yönetmeye devam etsin ama Erdoğan gitsin. Erdoğan'sız bir AKP ile hemen uzlaşırız. Cemaat ile hesabımızı Erdoğan'ı indirdikten sonra göreceğiz. En nihayet,vakti geldiğinde F.Bahçemizi de mahveden bu F tipi çeteyi de bitireceğiz ama şu an tek düşman Erdoğan..."
Birileri bu omerta yeminiyle yazılar yazıyor, faaliyetler yürütüyor. Ben bu demokrasi-dışı gayrimeşru zihniyetleri anlıyorum, kendi içinde tutarlılar. Esas merak ettiğim şu: Hizmet Hareketi'ni yok edilmesi gereken bir "suç örgütü" olarak gören ve sadece Erdoğan düşmanlığı sebebiyle şimdilik cemaate yalakalık yapan bu zihniyetlerle ilgili Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet'in ileri gelenleri ne düşünüyor?