Kesikli tarih anlayışı diye bir kavram. Bir tarihin sadece belli bir dönemden, belli kişilerle başlatılmasını öngörüyor. Cumhuriyet tarihi bizde öyledir. Öncesi yoktur. Her şey bir gecenin içinde, bazı kişilerin kararlarıyla oluştu denir.
Türkiye'deki askeri darbeler bu tarih anlayışını diri tutmak maksadıyla yapıldı. Her askeri darbe bu anlatının ve öznelerinin bir sonraki kuşağa aktarılmasını öngördü. Çünkü o "öznelerden" biri bizzat orduydu. Dolayısıyla askeri darbe ordu iktidarının pekiştirilmesiydi, sabitlenmesiydi. Cumhurbaşkanlarının seçimi de bu maksada dönüktü. Şimdi herkes, aklını diline taşısın ve öyle söylesin, Türkiye'de sistem kendisini Cumhurbaşkanlığı üstünden güçlendirmedi mi? Ve bu güçlendirme girişimi doğrudan doğruya bir devlet- millet ikilemi, ayrışması içinden cereyan etmedi mi?
Cumhuriyetimizin demokrasiyle işi olmadı. Her şey sistemin biz- onlar, yönetenler- yönetilenler, seçkinler- halk olarak ayrışmasından doğdu. Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anap zaman zaman bu çizginin dışında çıkma girişiminde bulunduysa da pek bir şey olmadı.
Çankaya, daha baştan bir devlet "kurumu" olarak belirlendi. Çankaya'nın bir "karargâh" olarak "korunması" o toplum kontrolünden uzak devlet için şarttı.
Bazı sembolik unsurlar, mesela Muhafız Alayı bu bakımdan önemliydi. Bunların 2007 sonrasında aldığı yeni şeklin üstünde bu nedenle önemle durmak gerek. Ve ne yazık ki, siyaseten oraya gelenler bile, bir süre sonra, belirttiğim üzere, toplumu bırakıp devlete yandaş olmuşlardır. Bunu bazen Demirel örneğinde olduğu gibi kendilerine rağmen yapmışlardır.
Bu çember 2007'de kırıldı. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi bir sıçramadır. 2007 sonrası her aşamada bu mantıkla bütünleşti. Başı kapalı olduğu için eşinin davetlere katılamamasından, 30 Ağustos davetini Başkomutan olarak Gül'ün vermesine kadar geçen uzun yılları düşünmek yeter. Türkiye'nin Cumhuriyet tarihi boyunca içine sıkıştığı dar çember ancak bu şekilde kırılabilirdi. Kırıldı.
Şimdi, Erdoğan bu çizgiyi izleyen bir Cumhurbaşkanı olacak. O hamlelerin doğal bir sonucu olarak çıkacak Çankaya'ya. Bu bir anlamda tahayyül bile edilemeyenin gerçekleşmesidir. 2007 koşullarını düşünmek bile yeter, dediğimi anlamak için.
Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında iki önemli etmenden söz edilebilir. Birincisi, siyaset anlayışıdır. Ak Parti iktidarının büyük kitleleri çok çeşitli yöntemlerle ve popülist bir anlayışla harekete geçirmesi, sistemi, zaten, devlet kontrolünden çıkaracaktı. Onu toplum odaklı, toplum öncelikli bir anlayışla bütünleştirecekti. Öyle oldu.
İkincisi, kişilikler ve yöntemler faktörüdür. Gül, Çankaya'da bulunduğu süre zarfında kendisini oraya taşıyan dinamiklerin sonuna kadar bilincindeydi. Sürekli olarak bu yönde hareket etti. 2007 sonrasının büyük siyasal dönüşümlerinde Çankaya'yı sakin bir üslupla ama kararlı bir şekilde hedeflenen limana doğru yönlendirdi. Burada dikkat çekici bir nokta var: Çankaya'nın mevcut şartlar içinde daha fazla öne çıkarılması kriz anlamına gelirdi. Demirel bu yöntemi kullanıyordu. Gül ise onu krizden uzak tutan yolları kullanarak sistemi büktü. Çankaya'yı "tabanla" bütünleştirdi.
Erdoğan şimdi bu ivmenin gücünü kullanıyor Çankaya yokuşunu tırmanırken. Yapacağını söylediği şeyler, modeli, kendisinin de baş aktörü olduğu bu uzun sürecin, yedi yıldır sürdürülen politikaların bir sonucudur.
Barry Comonner değil miydi, "her şey her şeyle bağlantılıdır" diyen?