Sokakta yürüyorum. Hava güzeldi. Hatta çok güzeldi. Yağmur kesilmişti. Güneş açıp, etrafı ısıtmıştı. Mayıs sonunun ağaçları yemyeşil yapraklarıyla çığlık kıyamet üstümdeydiler. Kahvenin önünde oturuyordum. Derken poyraz çıktı. Her şey buz kesti birden. Kalktım, yürümeye başladım. O eski, güzel, sessiz sokağa daldım. Balzac'lı bulvarın sessizliği arkamda kaldı.
Karşıdan çok yaşlı bir bey geliyor. Başımda bu sabah aldığım bir panama şapka var. Koltuğumun altında Togoe'dan bir baskı almışım, onun büyük rulosu. Öteki elimde çanta. Boynumda Osman'dan kaptığım atkı. Duruyor, "Beyefendi diyor, bir kâşifsiniz. Sizi öyle 'okuyorum.' Bilginin, düşüncenin kâşifi ve tutkunu. Yüzünüzdeki çizgiler, gözlerinizdeki bakışlar ve şıklığınız bunu söylüyor bana. Bu akşam güzel başladı..." Teşekkür falan ama şaşmamak mümkün mü?
Karşıdan gelen yaşlı, başında çok güzel bir kasket olan, kısa boylu adama bakıyorum. Aman Allahım o ne kadar şık bir Rönesans ceketi öyle. Kırmızı, hareli, desenli, dik yakalı. Dayanılır gibi değil. "Beyefendiciğim diyorum, müthiş bir ceket, ancak size yakışabilir..." Duruyor. Bana dönüyor yavaş hareketlerle, koltuğunun altında kitaplar, yarı beline kadar eğilip teşekkür edip, yoluna gidiyor.
Pazardayım. "Yeryüzü nimetleri"nin en latiflerinden ahududular ve hafif baharatlı tatlarıyla ağaç çilekleri var. Alıp, atıştırmaya başlıyorum. Zor yürüyorum, toprağın, havanın ve suyun üstünde ve altında yetişen her şeyin satıldığı bu yerde. Yaşlı ama güzel bir kadınla burun burunayız. İkram ediyorum. Alıyor, teşekkür edip, "çok naziksiniz" deyip ekliyor "muhteşem." "Sizin gibi" diyorum. Bir an duruyor, tek bir an, doğru mu bu söylediği diye geçiyor aklından ve geride bıraktığı yıllar geçiyor gözlerinden, adeta görüyorum, donmuş bir zaman anında, "maalesef artık bir büyükanneyim" diyor, neredeyse mahcup. "Ben de bir büyükbaba olacak yaştayım" diyorum. "Ama" diyor "gençliktir kadına yakışan..." Şah ve mat, şapkamı çıkarıyorum, yollarımıza yürüyoruz.
Lokantanın arka masasında oturuyorlar. Ne kadar yaşlı o kadın. Ama cin gibi, her şeyi görüyor, duyuyor. Tepeden tırnağa makyaj, dikkat, özen! Derken bir pasta geliyor, bir tek mum. Hepimiz alkışlıyoruz. Utanıyor, elleriyle yüzünü kapıyor. Ben kadehimi kaldırıyorum. Nihayet kalkıyorlar. Önümden geçerken duruyor, teşekkür ediyor, "tam 90 yaşımdayım" diyor, bu kadar yaşamaktan adeta mahcup, adeta suçluluk duyarak. Ayağa kalkıyorum. "Daha çok uzun yıllar dilerim" diyorum, ellerini havaya kaldırıyor, "çok naziksiniz" diyor, geleceğine yürüyor, umarım diyorum içimden, hep aydınlık olur.