Bir defasında Türkiye'nin futbol şampiyonasında kupaya nasıl ilerlediğine tanık oldum. Açık bir mücadeleydi. İnsanlar nefes nefese, kalpleri dayanmayacakmış gibi maçı izlediler, sonunda sevindiler. Her şey gözler önünde cereyan ediyordu. Oysa Nobel, Cannes, Oscar ödülleri, sahada cereyan eden bu tür mücadelelerden farklıdır. Kapalı kapıların ardında cereyan eder. Bendeniz gibi meraklıları da bir yandan gündelik işini sürdürür bir yandan da kulağı kirişte bekler.
Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'dan gelecek haberini öyle bekledim. Daha önce Yılmaz Güney ve Şerif Gören bu ödülü almışlardı, Yol filmiyle.
Ama o dönem farklıydı. Onları unutmuyoruz, aksine çok önemsiyoruz. Nuri Bilge'nin ödülü daha "doğrudan" bir ödül olacaktı. Bekliyordum bu ödülü. Çok iyi yorumlar çıkmıştı. Ama Nuri Bilge Ceylan sineması için daima söylenen fazla ağır, fazla yavaş olduğu İngiliz basınındaki yazılarda bilhassa vurgulanıyordu. Bakalım, dedim.
Nihayet, cumartesi günü çok "uzun sürmüş bir günün akşamı"nda haber geldi, müthiş, gerçekten çok sevindim. Olursa bu kadar olur.
Bir de bu şekilde Orhan Pamuk'un Nobel'ine sevinmiştim. O da çok büyük bir başarıydı. Amerika'da, Allah'ın unuttuğu bir yerde, yanımda oturan kızın çantasından Kar romanının İngilizcesi çıktığında bir kere daha anlamıştım bu işlerin çapını. Üstelik Orhan Pamuk'un romanı, tıpkı Ceylan'ın sineması gibi, ödül aldığı için ilgi toplamıyordu, bunlar iyi sanat yapıtları oldukları için ödül alıyorlardı.
***
Ceylan'ın sineması, çağdaş dokunuşlarla çok dönüştürülse de,
1945-75 arasında açılmış büyük
Avrupa sinemasının bünyesindedir. Çok etkilendiği söylenen
Tarkovsky bile onun filmlerinde ancak bir "
metot" meselesi olarak yer alır. Esasen insana odaklanmış,
insan trajiğiyle hesaplaşmak istemiş bir sinema yaptı Ceylan baştan beri. Ödün vermedi ama yapıtını sürekli olarak geliştirdi. Evet, bu bir gerçektir; sinema aynı zamanda bir endüstri ürünü olduğundan ve o unsur sürekli dönüştüğünden Ceylan da bu çizgiyi izledi ve sinemasını dil, anlatım, diyalog olarak daima daha ileri bir çizgiye taşıdı.
Bir yanıyla "
kötülük" kavramının içine yerleştirdi meselelerini. Bu niteliğiyle de çok özgün bir "
edebi" doku kazandı. Ayrıca sinemanın çok farklı noktalara kaydığı ve çok etkileyici ürünler verdiği bir dönemde Ceylan'ın şu belirttiğim gelenekle bütünleşmiş sinemasında direnmesi ayrı bir lezzet. Avrupa muhtemelen onu da ödüllendiriyor şimdi.
Ayrıca çok hoş,
sinemanın yüzüncü yılında bu ödülün gelmesi. Çok uzun zamandır söylediğim bir şey var. Türkiye sanatsal üretimde Batı ile arasındaki
gecikmeyi kapattı; bir
senkronizasyon yakaladı. Bugün bizde üretilen sanatla Batı'daki merkezlerde üretilen sanat arasında bir fark yok. Varsa da bizim lehimize olan bir özgülüktür o. Ceylan'ın ödülü, tamı tamına, bu gerçeği işaret ediyor.
***
Türkiye tabii ki,
çok zalim, çok yıldırıcı, çok yakıcı bir ülke.
Pamuk'a Nobel'i aldığı için zulmettik. Yakın Türkiye tarihinin, bütün o
ulusalcılarıyla birlikte en büyük ayıbıdır bu. Nitekim ardından
Dink cinayeti geldi, olmadık işlere sahne oldu bu "
güzel ve yalnız ülke." Ve Pamuk'a saldıran o ilkellik, onun kazandığı ödülün, ayakkabı boyacısına bile yararı, katkısı olduğunu, en ilkel biçimde unutuyordu. Bu defa
Godard gibi tepeden tırnağa hayranı olduğumuz, her manada dev bir sinemacının önüne geçip kazandı ödülü
Ceylan.
Daha ne olsun?..
Umarım, dilerim, o saçma sapan "
% 100 futbol" sohbetlerinden ara bulur, bu çarpıcı, görkemli başarının ayırdına varır, anlamını kavrar ve tadını çıkarır, Türkiye. Kendi payıma ben Ceylan'ı yürekten kutluyor, heyecanla bekliyorum
Kış Uykusu'nu...