İnternet yasasını belli ki daha çok tartışacağız ve bu tartışma birdenbire, hiç gerek yokken patladı.
İnternet bir sınırsızlık alanı. Bir özgürlük alanı olmaktan daha farklı ve öte bir gerçek bu. Özgürlük daima kayıtları gerektirir. Sınırsız özgürlük olmaz. Liberal teoriyi bilmeyenlerin ya da kulaktan dolma bilgilerle onun künhüne vardıklarını sananların zıddına, özgürlük, serbestlikten farklıdır ve o farkı kayıtlı, kurallı, koşullu olması meydana getirir.
Eğer özgürlük sınırsız bir şey olsaydı, yani serbesti olsaydı, o zaman demokrasi de özneler arası bir ilişki olmazdı. Tek bir insanın mevcudiyetinde demokrasi olmayacağına, demokrasi ancak iki insanla başlayabileceğine, o başlangıç noktasını o insanlar arasındaki temas meydana getireceğine göre, taraflar, kişiler arasındaki ilişkiyi sınırlar tayin edecektir.
Buna isterseniz özgürlüğün sınırları diyelim ki, onun da en temel, en basit, en yaygın tanımı bellidir: benim özgürlüğüm, ötekinin özgürlüğünün başladığı yere kadardır. Ondan sonrası sözleşmedir, uzlaşmadır. Yani, liberal doktrine göre kayıtsız şartsız hiçbir şey olmaz veya tersinden, hiçbir şey kayıtsız şartsız olmaz. Hemen belirteyim, egemenlik de kayıtsız şartsız olmaz.
Şaşırtıcı gelecek bir şey söyleyeyim: özgürlüğün sınırlarından söz açıyorsak liberal doktrinin sınırları dahilindeyizdir. Liberal doktrinin diğerlerine üstünlüğünü de bu saptama sağlar. Çünkü sınırlardan söz etmek, özgürlük kabulüyle başlayan bir değerlendirmedir. Diğer doktrinlerde özgürlük zaten söz konusu değildir.
***
İnternet bu manayı kapsıyor mu sorusunun cevabı bende hayırdır. İnternet bir
sınırsızlığa tekabül ediyor, dediğim gibi, rengini, tadını, kokusunu ona bu niteliği kazandırıyor. Dolayısıyla internet
özgürlük değil
serbesti alanıdır. Kayıtsızlık alanıdır.
Böyle bir alanın özgürlük alanına dönüştürülmesi çok dikkatli yapılması gereken bir iştir. Atılacak adımlar sınırlamaya dönüşebilir. Özgürlüğü tahrip eden bir nitelik kazanabilir sınırlama. İnternet veya başka bir unsur ancak liberal doktrinin özü olan kişiliği, kişilik haklarını zedeliyorsa bir yaptırıma tabi tutulabilir. Serbestinin özgürlüğe dönüştürülmesi tek şartı budur. Fakat bunu becermek çok hassas bir dengede, çok gergin ve kıldan ince bir ipin üstünde yürümektir. Son derecede dikkatli karar vermeyi gerektirir. Onu sağlayacak olan da hukuki normlardır.
***
Oysa bizde son dönemdeki
internet yasası tartışmasının iki önemli sorunu var. Birincisi,
hukuki norm değil,
ahlaki üst normlar,
sübjektif ahlaki değer ve kabuller öne çıkıyor. Bu bir tür
ön belirlemedir ve yanlıştır. Hem
hukuki normun nesnelliği ilkesine aykırıdır hem de
önceden belirlenmenin getirdiği
sansürcü yaklaşımı canlandırır.
İkincisi, daha da karmaşık olanı, bu yasanın zamanlamasıdır. Kabul edelim ki, ama şöyle ama böyle, yasa çok
hassas bir dönemde, hükümetle ilgili tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde ortaya geldi. Böyle bir dönemde algı başlı başına bir faktördür ve o algının kısıtlayıcılık, sınırlamacılık yönünde geliştiği bir dönemde dünyanın en doğru yasası bile yapılsa manası başka olacaktır. Çünkü
algı gerçektir. Ayrıca, ortada duran yasanın dünyanın en doğru yasası olduğunu bilmiyorum söyleyen var mıdır? Kaldı ki, bu tür yasaların geniş katılımlarla ve uzlaşmalarla yapılması zaruridir. Biz o noktada da bulunmuyoruz.
Öte yandan,
bilişim ve ona bağlı pratikler bugün dünyada çok tartışılan, henüz
uzlaşma noktaları tayin edilmemiş bir kavramdır. Bu konulardaki yaptırımların bu
hassasiyetlere dikkat edilerek ele alınması gerekir.
Bütün bunlara şu ilave edilebilir: böylesine hassas bir yasanın uygulamasını, yani hukuki normların icrasını,
bürokratlara bırakmak yanlıştır. O icrayı da gene yargının bizatihi kendisi veya kolluk kuvvetleri yapmalıdır. Aksi takdirde
kuvvetler ayrılığı ilkesinin zarar görmesi bir yana
devletin sınırlılığı ilkesi de bu uygulamadan büyük zarar görecektir. Elbette
internet ve bilişim hızla ilgilidir. Ama hızla yarışacağız diye "
emniyet şeridi"ne girmek de bir o kadar yanlıştır.
Bari göz çıkarırken kaş yapsak...