Kadir Has Üniversitesi olarak birkaç yıldır yaptırdığımız Türkiye Sosyal-
Siyasal Eğilimler Araştırması'nın bu yılki sonuçlarını açıkladık. Basında epey yankı buldu. Ben de bu yazıda araştırmanın bazı sonuçlarını kendimce yorumlayacağım.
Birincisi toplumda muhafazakârım diyenlerin sayısı üç yıldır artıyor. 2011'de % 33, 2012'de % 37.3, 2013'te % 39.
Bu çok büyük bir oran ve artış. Bundan sonra yapılması gereken bu muhafazakârlık tanımının alt kavramlarını bulmak. Ama bu bile başlı başına bir gösterge.
Cumhuriyetçiyim/ Kemalistim diyenlerin oranı aşağı yukarı sabit: %20'ler mertebesi.
Ama galiba o grubu % 18 milliyetçiyim diyenlerle birlikte ele almak gerekir, her ne kadar milliyetçi grup başka unsurları içeriyorsa da...
Maalesef sosyal demokratım diyenler % 9.
Buna bağlı bir diğer husus üst kimlik tanımlaması. 2011'de %70 Türk'üm diyordu; 2012'de bu % 55'e düştü. Bugün % 51. Nedenlerini bulmak düşünmek gerek.
Benim bir açıklamam var. Türk halkının % 70'i ama şöyle ama böyle mutlu bu araştırmaya göre. Ve bu oran 2011'deki %62'den buraya gelmiş. Toplumun son tahlilde mutluyum dediği bir ülkede kültürel kimlikler, alt kimlikler, azınlık kimlikleri kültürel planda kalır ve merkez kimlikle fazla bir çatışmaya girmez. (Bu durum kimlik taleplerinin demokratik bir hak olarak dile getirilmesiyle ilgili değildir. Ama mutlu bir toplum herhalde o alanda da sorunlarını iyi kötü çözmüştür.) İkincisi, ekonomi dışında neredeyse hiçbir şey toplumu ilgilendirmiyor. Basın toplantısında da belirttiğim gibi bu da önemli. Çünkü göçler, sınıf atlama imkânları, "Amerikan rüyası"nın neredeyse bire bir aynı olan "Türk rüyası"nın devamı ekonomiyi ve onunla ilişkili unsurları toplumun öncelikli meselesine dönüştürdü. Ekonomiyi iyi idare eden kimsenin bileği bükülmez siyaset arenasında.
Bunlar kendine özgü kimlik konuları.
Daha da ilginç olanı Türkiye'deki toplumun bir manada "psikolojisi" de diyeceğim özellikleri ve onlar beni hayrete düşürüyor. Çünkü bunca iletişim olanağına, bunca küreselleşme girdisine rağmen toplum "eski Türkiye" veya eski ama hâlâ "egemen ideoloji" bağlamında bir düşünce sistematiğine sahip ve çok sorunlu özellikler arz ediyor.
Birincisi, Türkiye kimseyle ittifak kurmamalı, yalnız hareket etmeli diyenler hangi ülkeyle dış politikada işbirliği yapalım sorusuna cevap verenler arasında %50 ile ilk sırada. Bu tutum değişmiyor ama ağırlığı artıyor. Son dönemdeki "dış mihraklar" söyleminin etkisi besbelli. İkincisi, ABD Türkiye'nin dostu değildir diyenlerin oranı % 86. Feci bir durum ve geçen seneki % 74'ten buraya gelinmiş. Evet, ilk sıradaki "tehdit" unsuru İsrail (%72) ama Türkiye'nin AB üyeliğini desteklerim diyenlerin % 52 olduğu toplumda (fakat "olabileceğini" düşünmeyenlerin oranı %65) AB ülkelerini "tehdit" diye görenler de o toplumun % 54'ü.
Gerçekten de çok sorunlu bir tutum bu. O zaman şunu da dikkate getirelim. Türkiye'de bölünme tehlikesi diye bir sendrom da var ve Cumhuriyetçi/ Kemalistler % 65'le bu "tehlike"yi en çok hissedenler. Onları milliyetçiler izliyor: %50. Muhafazakârlar içinse bu oran %28. Sonuç Türkiye'deki yerleşik ideolojinin vahametini sergiliyor.
Bu güvensizlik sendromu iç politika bakımından da geçerli. Ordu hâlâ ilk güvenilir kurum. Arkasından Cumhurbaşkanı, polis/ kolluk kuvvetleri, hükümet geliyor.
Galiba en vahimi yargı konusundaki algı; yargı bağımsız değildir diyenler % 60.
Siyasallaşıyor diyenler % 58. Bunu açıklayacak bir "olumsuz" veri hemen arkadan geliyor. Türkiye demokratik bir ülkedir diyenlerin oranı 2011'deki % 50'den %34'e; düşünce özgürlüğü vardır diyenler de %42'den % 31'e düşmüş. Yani çapraz düşününce yürütmenin ağırlığını toplum hissediyor.
Evet, mutlu, korkan ve kendisini yalnızlığa hapseden ülkem...