Türkiye'nin altını üstüne getiren olayların içinde "dış mihraklar" meselesi gitgide ağırlık kazanıyor. Benim de bir "dış müdahale" olduğu konusunda kuşkum yok. Niye olsun? Dünyanın bu derecede birbirine bağlandığı bir dönemde belli bir bölgenin hâkimiyetini ele geçirmeye çalışan bir ülke için diğer yönetimlerin hayırhah şeyler düşüneceğini varsaymak saflık olur. Geçen hafta NY Times "editorial board" yazısı bir makale veya tespit değil apaçık "ihtar"dı. Hatırlayalım, 1960'tan hemen önce, 59'un hengâmeli günlerinde o gazetenin önemli ismi Cyrus Sulzberger gelmiş ve Menderes'e gözdağı vermişti. 1970'lerde aynı kişiler geldi gitti, benzeri yazılar yazdı. 1980 öncesinde de bu senaryo, bu mekanizma tekrarlandı. Şimdi yine seyrediyoruz aynı filmi. Hem doğal, hem kaçınılmaz. O zaman geriye tek soru kalıyor: bu gelişmeler önlenemez mi? Önlenebilir. Üstelik bu durumun daha da gelişmesini önleyecek mekanizma aynı zamanda bu durumun hiç ortaya çıkmamasını da sağlayacak mekanizmadır. Onun adı küreselleşme, aracı ise demokratikleşmedir.
1960'ların, hatta 70 ve 80'lerin dünyası da entegre bir dünyaydı. O dönemde de dünya Batı-Doğu arasında Soğuk Savaş koşulları içinde bölünm üştü. 1980 sonrasında ise küreselleşme bambaşka anlamlar kazandı. Dünya bir bütün oldu. Bunu sağlayan sermayedir. Sermayenin akışkanlığı Batı- Doğu arasındaki buzları eritmekle kalmadı. Batının öncülük ettiği, hegemonik bir ağırlık kazandığı "evrensellik" anlayışını kökünden sarstı. Küreselleşmenin daha önceki evrensellik kavramından farkı budur: yerelliklerin ortaya çıkması, değer ve önem kazanması.
Oluşumun sonunda dünya yeni bir gelişmeye tanıklık ediyor: merkez, sermaye olarak da Batı'dan kayıp Doğu'ya yerleşiyor. Hindistan, Çin, Ortadoğu önem derecesi ve kapasitelerine göre Batı'nın karşısına çıkan yeni odaklar. Bu gelişmeden Batı tedirginlik duyuyor mu sorusu önemli. Niçin duymasın? Ancak iplerin elinde olması halinde rahatlık hissedebilir. Şimdilik öyle bir noktada bulunuyoruz. Doğu bir güç olacağını sezdiriyor. Ama Batı'ya da hâlâ çok ihtiyaç duyuyor. İşte o ihtiyacın giderilmesine sıra gelince Batı'nın önemli bir talebi var: demokrasi!
Önceki dönemlerde de durum farklı değildi. Tanzimat Fermanı Batı sermayesini Osmanlı'ya çekmek için hazırlanmış hukuki düzenlemeler manzumesidir. Atatürk dönemi Türkiye'si de aynı maksatla Batı'dan hukuk ithal etti. Bugün de Türkiye'den beklenen budur. Eğer Türkiye Batı demokrasisini eksiksiz uygularsa yeni güç dengesinde köşe başı olabilir. Ama bu çizgiden uzaklaşırsa yapacak fazla şey yoktur. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartları bu gerçek tayin ediyor. Demokratikleşme ve demokrasinin kurumsal işleyişinden sorun varsa sermaye ve ekonomi alanında da sorun yaşanacaktır.
Türkiye Batı için önemlidir. Kesinlikle uygunsuz olan NY Times türü uyarıların altında da o dürtü yatıyor: Batı'nın demokrasi algısı. Türkiye'de demokrasinin her zafiyeti Batı sermayesinin huzursuzluğuna yol açar. O bakımdan Türkiye'de iç politikaya yönelik düzenlemeleri yaparken, internetten HSYK'ya, Şanghay Beşlisi'nden Suriye politikasına kadar meseleye bu açıdan bakmak gerek.
Eskiden korku dağları bekliyor derdik, şimdi korku değil dağları bekleyen, küresel demokrasi!