Bir pazartesi sabahına dehşet içinde başlamak olabilir ama lütfen şu satırları okur musunuz: "Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve TV kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç vermek."
Bu ifadeyle "bilgi veya demeç vermesi" yasaklananlar öğretim üyeleri yani üniversite hocaları. 21.08.1982 tarihli YÖK Yasası'nın 9. maddesinin (g) bendi ile getiriliyor bu yasak!
Geçen hafta ortasında bu madde resmi gazetede yayınlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği içinde yer alınca üniversite koridorları sarsıldı.
Sonradan YÖK anlayışlı bir açıklama yaptı.
Açıklamaya göre söz konusu kısıtlama 1982'den beri yürürlükte olan yasada zaten mevcut. Meğer yasaklanan "resmen yetkili olmadığı halde bir yükseköğretim kurumu adına demeç veya açıklama yapmak"mış. YÖK sadece bir değişiklik yapmış ve daha önce bu "fiili" işleyenlere kademe ilerlemesi durdurma cezası veriliyormuş. Şimdi o ceza "kınama"ya dönüştürülmüş. Açıklamada 1982'de yapılmış bir düzenlemenin devamında niçin yarar görüldüğüne ayrıca değiniliyor. Nedeni 657 Sayılı Devlet Memurları Yasası'nın disiplin cezaları ile ilgili amir hükümleriymiş. Yani yasada disiplin cezası öngörülüyor o nedenle yönetmelik yasaya uyduruluyor.
Eğer zorunluluksa söyleyecek bir şey yok. YÖK'ün açıklaması yapılanın biçimsel bir düzenleme olduğunu, işin özüne dönük anlamsızlığını kendisinin de kabul ettiğini yansıtıyor ama gene de "Devlet Memurları Yasası", "ceza"lar falan bana hayli korkunç görünüyor. Öte yandan sorular birbiri ardınca insanın zihnine hücum ediyor.
Birincisi, böyle bir Türkçe ve böyle bir "kanun yazımı" olur mu? Kim bu maddeyi, YÖK'ün yorumladığı gibi anlar bu haliyle?
Kaldı ki, işin başlangıcına gidilirse maksadın hiç de bu olmadığı ortada. İkincisi ve asıl vahimi 1982'de yani Türkiye askeri bir faşist cunta dönemi çıkarılmış yasayla bugün de devam etmekte. Bu gerçekten korkunç.
Mesele, sadece "bu" disiplin maddesi değil. YÖK Yasası'nın bir disiplin altına alma yasası şeklinde hazırlanmış olması ve otuz yıl sonra da onu yürürlükte tutuşumuz.
Türkiye eğer demokratikleşecekse önce bu ve benzeri yasalarla kurumlara nüfuz etmiş devlet ruhunu kaldırmak zorundadır.
Bu bağlamda başka bir noktaya değineyim.
Çoğu akademisyen ve üniversite yöneticisi dostumun tersine ben bunca genişlemiş bir üniversite ağı içinde bu işleri çekip çevirecek merkezi bir kurumun olması gerektiğini düşünenlerdenim. Buradaki konu o kurumun ne yapacağıyla ilgilidir. Eğer 1982 tarihli yasada olduğu gibi maksat merkezi bir yönetim anlayışı yaratmak veya üniversite eğitimini merkezileştirerek tek tip haline getirmek ise ona karşıyım.
Üniversite başından beri bir özgürlük alanıdır. Bir muhalefet alanıdır. Hemen akla siyasal iktidara muhalefet gelmesin.
O zaten öyledir. İsteyen istediği yere kadar muhalefet eder. Asıl, üniversitenin kendisine de muhalif olmasıdır. Ona gerçek özgürlüğünü sağlayan budur. Üniversite örgütlü bir başıboşluk alanıdır.
Bizde ise YÖK merkezin yani devletin büyük kıskaçlarıyla her şeyi kucaklar.
YÖK'ün bilgisi dışında üniversitelerde kuş uçmaz. Oysa üniversite bir sözleşme alanıdır.
Üniversitede müfredat da, kimin ders vereceği de, iç işleyiş de kendine özgü bir kültür ve işleyiş içinde oluşur. Her üniversite kendinden sorumludur. Sözleşmesini de o kültür ve sorumluluk dairesinde kendisine gelmek isteyen öğrenciyle yapar. Orada ders vermek isteyen hocayla yapar.
Esas olan bir işin ruhudur. Söz sadece onun bir yansımasıdır.