Durum bazı farklarla birlikte bana 1970'leri hatırlatıyor ve uzak çağrışımların salına binip geçmişe açılıyorum.
1977 sonrasındaki iktidar döneminde Ecevit'in etrafındaki çember daraldıkça daralmıştı. Zavallı Ecevit başına gelenleri anlamaktan dahi acizdi. Yaşadığı büyük ekonomik bunalımı petrol fiyatlarındaki yükselişe bağlıyordu. Tabii ki, doğruydu; o fiyat artışları dünya sistemini derinden sarsmıştı. Ama Ecevit'i asıl sarsan sürdürdüğü politikalardı.
Bir kere Soğuk Savaş vardı ve Ecevit, daha 1973'teki o kırık dökük koalisyonda ve bu son hükümetindeki bazı girişimlerle sermaye çevrelerini ürkütmüştü. Sermaye o zaman da küreseldi ve kapitalist bloğa aitti. Öyle olunca bankalar sistemi kilitlendi ve onu boğmaya başladı. İçeride ise TÜSİAD gazetelere verdi- ği ilanlarla, işadamları durdurdukları fabrikalarla onu bitiriyordu. Ecevit ise o sırada ABD ile boğuşuyor, üçüncü dünyadan kendisine bir çıkış arıyordu. Kaddafi'den mesela Kıbrıs çıkarması sırasında destek almıştı, bunu devam ettirebilir miyim diye bakıyordu.
Olmadı; olamazdı. Ekonomi büsbütün kilitlendi ve Ecevit gitti.
Zavallı Ecevit'in başına, bir de 2001 krizi geldi. Kendi basiretsizliğiyle yaptığı açıklama krizi patlattı ama kapıda olmayan bomba patlasa da eve zarar vermez. Bomba kapıya koyulmuştu, patladı, ekonomi alt üst oldu, Ecevit silindi gitti.
***
Bu anlatının nirengi noktası bellidir:
cepheyi küçültmek!
Hiç kuşkum yok, kimsenin de yok.
AK Parti sürdürdüğü politikalarla elbette
2011 (2001 değil) sonrasında dönüşen
dünya sistemi politikalarının "hoşuna" gitmiyor. Sadece
THY'nin son dönemde karşılaştığı ve açıkladığı sıkıntıları bu konuda ders almak için yeterlidir. Retrospektif bir analizle
İran konusunda biz haklıydık,
Arap dünyasında arayışlarımızla haklıydık diyebiliriz. Hepsi doğrudur. Ama siyaset değişen koalisyonlara uyum sağlama ve pozisyon değiştirebilme sanatıdır aynı zamanda.
***
Bu, talih de diyebilirsiniz tarih de, yakın zaman Türkiye'sinin her ileri hamlesinde karşılaştığı bir sonuçtur.
Şimdi gelin doğru konuşalım.
1960 darbesinin arkasında
ABD yok muydu? Sayısız belgeyle açıklandı olduğu.
1971'de hükümeti
ABD'nin düşürdüğünü bizzat
Demirel söylemedi mi? Daha farklı koşullarda gerçekleşse de ABD yöneticileri
1980 darbesini "
senin çocuklar işi halletti" diye haber vermedi mi birbirine?
İlk iki darbenin temel nedeni, Türkiye'nin sistem tarafından kendisine dayatılan modeli reddetmesiydi, diye kayda geçti. Bugün niye değişik bir şey olsun? Hem de dünyanın bunca karmaşık bir döneminde.
***
Hükümetin bu gerçeğin farkında olduğu
Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarından belli. Dolayısıyla işin bu yanını bütün o
yolsuzluk meselelerinden ayırarak ele almak gerek. Ama öte yandan bir
cephe büyütme faaliyeti de var. ABD ile ilişkilerimizi geriyoruz, diplomasideki pozisyonlarımızı zorluyoruz. Fakat bir husus var ki beni daha fazla ürkütüyor.
İktidar politikasını özgüveniyle belirliyor. Bir de çıkarlarını hesap ederek elbette. Dayanağı
halk, geniş ölçüde halk, yani kendisine oy verenler. İçeride çok güçlüyüm dedi bugüne kadar ve o gücüyle istediği dönüştürümleri yaptı. Bu imkânı yaratan ikinci bir unsur kendi ekonomik tabanıydı.
Anadolu sermayesi AK Parti iktidarının en büyük kuvvetiydi. Batı yani
İstanbul sermayesiyle arasında çıkacak bir sorunda ondan katkı alabilecekti. Bu ilk defa yaşadığımız bir realiteydi.
Ama şimdi bütün bu savaş içinde acaba o
Anadolu sermayesinin bir bölümü de iktidara karşı kilitlenebilir mi? Şu yukarıda bahsettiğim
pozisyon değiştirme ve
geçici koalisyonlar kurma süreci bu defa bu şekilde işleyebilir mi?
Bu dile getirilen bir korkudur, kuşkudur ve herhalde biraz da gerçekçidir.
Cemaate taraf olan o sermayenin bu adımı atmayacağını, Türkiye'nin 2001 koşullarına dönmesini engelleyecek basireti gösterip göstermeyeceğini soruyor şimdi bütün dünya.
Ahtapotun kolları cephe ne kadar genişse o kadar etkili değil midir?