Antonius gelir, onu bıçaklayarak öldürenlerle görüşür ve yerde yatan Sezar'ın cesediyle baş başa kaldığında ona "kanayan toprak parçası" diye seslenir. Bana göre politik edebiyatın en önemli ve "veciz" cümlelerinden biridir, Shakespeare'in kurduğu bu tokmak gibi cümle.
Gerçekten bunu söylemiş midir Antonius, bilmem ama daha milliyetçiliklerin söz konusu olmadığı, sadece vatanın ve ona dönük sevginin bilindiği bir dönemde bir diktatörü, "kanayan toprak parçası" diye tanımlar. Evet, hem bir toprak parçasıdır, şimdi Sezar, hem de "kanayan toprak parçası" diyerek Antony (özgün metinde adı böyle geçer) onu vatanla özdeşleştirir. (Sezar'ın cesedi sonunda yakılmıştır. Üstünde Sezar'ın yakıldığı söylenen taş, şimdi Roma'da eski şehirde görülebilir...)
***
Hep düşündüm,
Güney Doğu Anadolu'nun bir kanayan toprak parçası olduğunu. Yüz yıldır kanıyor Güney Doğu. Son yıllarda kan o bölgede oluk oluk aktı. Akan kanla birlikte düşünülecek bir tek şey varsa o da anaların gözyaşıdır.
Şimdi o kan da, gözyaşı da durmak üzere. Bu gelişmeden heyecan duymayanlar kimlerdir, nasıl heyecanlanmazlar, ayrı birer soru. Ama şurası da bir gerçek:
Kürt çözümü bir kavşakta duruyor.
***
Bu kavşak bir yandan çözüm sonrasını daha milliyetçi, tekçi bir topluma itebilir. Hükümetin bütün hassasiyetine rağmen, malum kişilerin "Türk hassasiyeti" diye kaşıdığı o duyarlılık tersinden bir tepki gösterebilir ve gerçekten bir "Türk hassasiyetine" dönüşebilir. Yani Türk çoğunluk bu hamleyle birlikte Kürtlerin teslim alındığını, onların bugüne kadar açık -kapalı devam etmiş taleplerinden vazgeçişlerini hatırlayarak ve kullanarak, "Türk potasında" eridiklerini öne sürebilirler.
Bu hiç uzak olmayan bir ihtimalidir. Türkler, MHP iddialarının aksine, biraz daha süre geçince ve bir bölünmenin falan olmadığını görünce, bu duyguya sürüklenebilirler. Bunun yeni bir milliyetçi damar kabartacağından kuşku duymamak gerek.
***
Kavşağın öteki ayrımında ise tam tersi bir model var. Kürt sorununun çözümüyle birlikte, bu "Türk hassasiyeti" denilen şeyi ortadan büsbütün kaldıracak bir demokratikleşme elde edilebilir. Hükümet sürekli olarak bu noktayı vurgular. Onu işler ve somutlaştırır. Böylece, akan kanın durmasıyla birlikte yükselen, parlayan kaba bir milliyetçilikle iç içe geçmiş Türklük, Türkçülük olmaz, şimdi üstünde çalışılan demokratikleşme olur. Demokratikleşme bütün toplum tarafından "farklılıklar içindeki birlik" olarak anlaşılır.
Bunun bir tek yolu var. Hükümetin bu toz duman, bu hengâm içinde, bir tek dakika bile yitirmeksizin, yurttaşlığı, devleti yeniden tanımlayacak şekilde yeni anayasayı gündeme, hatta kaleme alması. Anayasanın gerçek manada bir sözleşme olarak tarafları bir çizgide veya birbirine eşit mesafede tutması.
Her kavşak bir meçhuldür, çünkü her kavşak bir istikbaldir.