Gelecekte Türkiye'yi irdeleyecek sosyal bilimciler muhtemelen bugünlerin üçlü bir yapı üstüne oturduğunu belirtecekler.
***
Bir yanda
maddi olarak dönüştürülen bir ülke var. Ekonomik bakımdan farklılaşan, orta sınıfını inşa eden, büyük göç dalgasını son evresine taşıyan, metropol alanları yeniden örgütleyen bir Türkiye.
İkincisi
siyasallaşan ülke... Cumhuriyet döneminin asli yapısal unsuru o
modus militari'yi dönüştüren, daha sivil bir yapıyı kurmaya çalışan, bunu siyasallaşan bir toplum üstünden gerçekleştirmeyi amaçlayan Türkiye.
Üçüncüsü,
semboller düzeyinde ve
kültürel planda
muhafazakârlaşan, muhafazakâr değerlerle iç içe geçen,
siyaset sınıfının toplumu muhafazakâr bir kültürel algıya taşımayı öngördüğü bir Türkiye.
Bu üçüncü husus üstünde durmak istiyorum.
***
Tartışmalar kürtaj, Devlet Tiyatroları, Taksim Kışlası, Çamlıca camii, en nihayet Muhteşem Yüzyıl hattında gelişiyor.
Bunların önemli bir bölümünün o arada söz konusu olan ve elbette çok daha fazla önem taşıyan siyasal konuların bir tür
"perdesi" olarak kullanıldığı yapılacak bir araştırmayla iyi kötü anlaşılabilir. Kürtaj yasası tartışılırken
Kürtçe müfredata seçmeli ders olarak girdi. Şimdi Çamlıca camii, Taksim Kışlası denirken
Kürtçe savunma hakkı verildi, Kürtçenin
devlet dairelerinde resmi dil olmasını sağlayacak yasa hazırlanıyor. Muhteşem Yüzyıl hengâmı içinde valilerin halk tarafından seçilmesi söz konusu olacak.
Bu
ilişkililik halini bir yana bıraksak dahi ortada başka bir gerçek var.
***
Besbelli ki,
Başbakan Erdoğan özünde, aslında
muhafazakâr olmamış bir toplumu şimdi o anlayış temelinde örgütlemek istiyor. Daha ileri gidip şu da söylenebilir: Erdoğan topluma bir anlamda
muhafazakârlığı anımsatıyor, tanımlıyor, kendi tercihleri ve kabulleri çerçevesi içinde.
Çok şaşırtıcı değil bu söylediklerim, bana göre. Çünkü muhafazakârlığın bu toplumda sadece
dinle, İslam'la, Müslümanlıkla ilgili olduğu bilinen bir şey. Onun dışında, gerek sınıfsal yapısı bakımından toplum muhafazakârlığa kapalı değilse de uzaktır gerekse de
Anadolu İslamı Batılı anlamda bir muhafazakârlığı içermez. Buna eklenebilecek son bir husus, bizim
modernleşmemizin baştan beri üzerine oturduğu
teknoloji-kültür ayrımının muhafazakârlığı olduğu kadarıyla hayatın çok sınırlı bir bölümüne teksif etmesidir.
Söz ettiğim doku katı bir muhafazakârlığı içermez. O kadar açık bir husustur ki bu, Başbakan,
Muhteşem Yüzyıl tartışmasında,
popüler kültürün alanına girmekten, o diziyi izleyen milyonlarca izleyiciyle karşı karşıya gelmekten dahi kaçınmamıştır. Çünkü kendisini muhafazakâr diye nitelendiren kesim de popüler kültürün cazibesi içinde
Muhteşem Yüzyıl'ı izlemekteydi. Başbakan şimdi onlara da bir işarette bulunuyor. Asıl onlara ses yöneltiyor. Bir anlamda siyasal yapının ideolojik ve kültürel parametrelerini anımsatıyor onlara.
Muhafazakâr olmak zor iştir diyor!