Şiddet konusunda söylediklerimi tamamlamamıştım ki, Taraf'ın manşeti ortaya bomba gibi düştü.
"Ermenilerden Özür Diliyorum" kampanyasına katılan yazarlara ağza alınmayacak sözlerle hakaret eden Bu Dosyayı Kaldırıyorum isimli kitap Kartal'da Valilikçe okullara dağıtılmış. Bu durumu bir milletvekili yazılı olarak sormuş. Milli Eğitim Bakanı Dinçer verdiği yanıtta kitapta yer alan ifadelerin "milli refleksle hareket edilerek ve mizahi bir tarzda kullanıldığı"nı söylüyor.
İşin tuhafı daha önce bu konuda açtığı soruşturmada şu saptamayı yapan da aynı Bakanlık: "kitabın son bölümünde konunun kin, nefret ve düşmanlık gibi polemik seviyesinde ele alındığı görülmektedir... Kitapta, olumsuz yargı oluşturacak ve yakışık almayan ilmi, edebi ve estetik yönden tasvip edilmeyecek kelime ve cümleler mevcuttur". Şimdi hangi dağda kurt öldü de işler bu noktaya geldi? Bilmiyorum o sorunun yanıtını. Tahminlerim var: derin devlet hâlâ etkili. Milli refleks hâlâ geçerli. Nefret kültürü hâlâ canlı.
***
Bu toplum apaçık, düpedüz biçimde azınlıklarını karşısına almıştır.
1908 sonrasında, bilhassa
1912'den başlayarak geliştirdiği "
milli refleks"le homojen, sadece kendisi gibi insanlardan mürekkep bir toplum yaratmak istemiştir. Bu maksatla
Ermenilere uygulanan türden
katliamlar yapmış,
6-7 Eylül yağmalamalarına gitmiş. Bunların sadece farklı bir dinden, dilden gelen
Ermenilere, Rumlara, Yahudilere "uygulanması" hikâyenin sonu değil. Kendi dininden olan ama galip mezhepten gelmeyen insanlara yani
Alevilere karşı da
Çorum'da,
Maraş'ta katliamlar uygulamış, insanları diri diri
Madımak Oteli'nde yakmış. Kürtlere karşı aynı yıldırma politikasını gütmüş.
Farklı bir şey söyleyen herkesi karşısına almış bu toplum.
Şairlerini, yazarlarını, düşünürlerini zindanlarda çürütmüş. Daha düne kadar akıl almaz bir şiddet dürtüsüyle hareket etmiş,
Hrant Dink gibi bir insanı göz göre göre katletmiş. Şimdi
Ali Bayramoğlu'na karşı benzeri bir kampanya açılmış...
***
Bunların hiçbiri kendiliğinden olan, tesadüfen gerçekleşen şeyler değil. Bir
ulus devlet inşa etme sürecinde ortaya çıkmış, gayet bilinçli biçimde planlanmış, toplumsal beyin yıkama yöntem ve araçlarıyla eğitimle, basınla, yayınla insanlara zerk edilmiş bir duygu.
Gırtlağımıza kadar battığımız şiddetin çok önemli bir bölümü sahip olmadığımız "
yabancı kültürü"nden,
farklılık anlayışsızlığından kaynaklanıyor. Bunun altında da gene bizi boğacak ölçülere varmış olan
militer kültür var. Militer kültür "o" yani yabancı, yani öteki, yani düşman üstünden gelişir. Sokakta arabasını yayanın üstüne süren şoförün bilinçaltının da bu kaynaktan beslendiği şüphe götürmez hakikattir.
Daha üç-beş yıl öncesine kadar "
iç ve dış düşmanlar" bahsiyle meşgul edildik. Herkes kendisini o düşmana karşı hazırladı. Düşman kavramı bir kere bilinçaltına yerleşti mi bir özneye kavuşturulması, ete kemiğe bürünmesi işten bile değil. Bugün
komünistlerdir düşman, başka bir gün
şeriatçılar, nihayet
eşcinsellerdir.
Ve militer kültür
eril bir kültürdür. Türkiye'de
siyaset de öyledir, manasız ölçülerde
erkeksidir. Halbuki siyaset ve toplum ancak diğerinin mevcudiyetiyle varlık kazanır. Dolayısıyla kabule açık bir alan olmak zorundadır her ikisi de, dışlamaya ve kahretmeye dönük değil. Bu ise iki alanın da
dişilleşmesiyle, kadınsılaşmasıyla ilgilidir. Halbuki bakın etrafınıza göreceğiniz tek şey o olacaktır, sabahtan akşama kadar sövülen kadın. Bunu da yaratan militer kültürdür, onun erkeksiliğidir. Ulus devlet bir
erkek toplum inşa etme, yaratma çabasıydı. Ucu buralara dayandı. Tepe tepe değil tepile tepile kullanıyoruz.