Şu kolesterol konusunda son bir noktaya değinerek, tartışmanın özeti olduğuna inandığım bir noktayı vurgulayarak bu konuyu kapatayım.
***
Konunun bir
yöntem tartışması olduğunu söyledim. Kaçınılmazdır bu tür zıtlaşmalar.
Eğer bilimin
çizgisel (lineer) bir gelişme gösterdiğini kabul edersek bu daha çok böyledir. Belli bir bilgi üretilir. Bu bir
model (paradigma) oluşturur. Bir noktadan sonra o artık dünyayı açıklamaya yetmez. O zaman modeli değiştirmek gerekir.
Thomas Kuhn'un çok önemsenerek, insanların haddinden fazla heyecanlanarak tekrarladığı görüşü budur,
Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli kitabında.
Bilim alanında dünyayı açıklamakta yetersiz kalan eski bilginin yenilenmesi
doğal ve kendiliğinden bir gelişmeyle olmuyor.
Ölçülebilir, sınanabilir, deneylenebilir bilgi alanında, bir modelin doğruluğunu daha ileri araştırmalarla sınamak her zaman mümkün. Eğer o ileri çalışmalar bir önceki sonucu doğrulamıyorsa eski model aşılmış demektir.
Kolesterol konusunda böyle oldu. Daha sonra yapılan çalışmalar daha öncekileri doğrulamıyor.
O zaman eski modeli değiştirmek gerekiyor. Eğer bilimsel düşünüyorsak bundan daha doğal bir şey olamaz. Bilim varsa,
laboratuvar- sınama- ölçme denklemi kuruluyorsa bunun için kuruluyor. Bilimin
dogma olmadığını gösteren yöntemsellik de budur.
Aksini savunmak, yapılan araştırmayı dikkate almamak dogmatizmdir.
***
Ben işin bu yanına bakmak istiyorum. Ne var ki, kolesterol tartışması sadece bununla sınırlı olmadı, kalmadı. Tersine, işin içine hiç hoşlanmadığım başka boyutlar girdi.
İlaç firmalarının mevcudiyeti, yarattıkları imkânlar tartışmanın bir başka boyutunu meydana getirdi. Dolayısıyla konuyu sadece soyut bir yöntem tartışması olarak ele almamız artık mümkün değil. Mevcut kısıtlamayı aşmanın tek çaresi
Türk Kardiyoloji Derneği'nin (TKD) çıkıp açıklamalar yapmasıdır. Bu bir.
İkincisi,
Sağlık Bakanlığı Etik Kurulu var. Onun
ilaç firmaları- araştırmahekim- çıkar ilişkisini çok somut ve hatta sert kurallara bağlaması gerekiyor. Sadece kolesterol ilaçları bakımından değil her ilaç için bu ilke, kural, koşul geçerlidir, geçerli olmak zorundadır. Öyle anlaşılıyor ki, o protokoller bakımından ciddi bir boşluk var ortada ve onun behemehal doldurulması zorunlu.
***
Bilimsel bilgi sınanabilir, değillenebilir, değiştirilebilir bilgidir. Eskiden kullanılan kabuller değişir. Ama böyle bakınca karşımıza daha da şaşırtıcı bir durum çıkıyor. İlerlediği, geliştiği, yeni olanaklar kazandığı su götürmez bir gerçek olan tıp alanında
konvansiyonel, bir manada
geleneksel bilgi, ne kadar hızla değişmelidir ve eski paradigmalar nereye kadar kullanılmalıdır? Amerika'da ilaçların kullanımını uzun araştırmalardan sonra onaylayan
FDA herhangi bir tartışmalı konuda bir hakemdir. O henüz onaylamamışsa hiçbir hekim o ilacı yazamaz. O doğrulamamışsa hiçbir uygulamayı hekimler öneremez. Biz
"icat eden" bir ülke değiliz. "Oradan" geliyor bize ilaçlar ve tıp teknikleri, araçları. İnsanlar da belli hekimlik önermelerini böyle bir kurumun bilgisi olmaksızın kabulleniyor. Çünkü o kurumların etkinliği gündelik hayata, sokaktaki insana uzanabilmiş değil. O eksiklikten doğan sağlıksız durumu engelleyecek tek şey
bilgi ve etik sahibi hekimlerin, hocaların yanlış uygulamaları işaret etmesidir.
Bu şartlar altında serbest tartışma ve
bilimsel bilginin gündelik mecralarda
popülerleştirilmesi şart. Ama bunun bir koşulu olmalı. Her gece televizyona çıkıp ebegümeci, susam ve karpuzla kanserin tedavi edilebileceğini, engellenebileceğini söyleyen
onkoloji profesörlerinin bulunmasına izin var da, hâkim bir modeli sorgulayan profesörlere mi izin yok? TKD bu noktada da yeni bir durum değerlendirmesi yapmalı.
Tam tersini düşünüyorum. Daha çok tartışılmalıdır her şey. Eksinin aşılması zordur.
Hele işin içinde sanayi, üretim ve kâr varsa daha da zordur. Ama
Malraux haklıydı, "bir insan hayatı hiçbir şeydir ama hiçbir şey bir insan hayatının yerini tutamaz" derken.
***
İyidir çok
"icat çıkarmak" ve
"eski köye yeni adet" getirmek..