Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Su, Kuzey ışığı ve sessizlik

Brüksel'in benim için bir yeniliği yok, diye düşünüyordum, uçak o şehre doğru alçalırken. O kenti birçok defalar, farklı mevsimlerde, gezdim, gördüm, olabildiğince tanıdım. Kuzey Rönesansının başkentlerinden birisi olan bu kentte o geçmişi anlatan, çağrıştıran sayısız iz, im yakaladım, kuşkusuz, ama bu bir ruhun keşfi değil. Asla. Buna rağmen Büyük Meydan'ı değil fakat arkasındaki meydanı, etrafını saran antikacıları, kafeleri büyük bir lezzetle dolaştım. Ve daima şunu düşündüm: bu kadar küçük bir ülke 500 yıldır resim üretiyor. Bu dünyada resim kültürün değil, kültür resmin bir parçası.
Şimdi o ülkenin ve Flaman dünyası denen geniş zihin dünyasının iki önemli kentine gideceğim. Antwerp ve Brugge. Küçük bir coğrafyada hareket etmenin kolaylığı insanı ne kadar sarıyorsa, bir kentten ötekine geçerken tarihsel birikimin bu kertede değişmesi de o kadar şaşırtıyor. Antwerp de ötekiler gibi bir kanallar kenti. Çok kısa kalıyorum o şehirde. Küçük, eski meydanın etrafında toplanmış antikacılar ve galeriler değişen ve değişmeyenin ne olduğunu yeterince anlatıyor. Buraya gelişimin asıl maksadı olan 7 Senses sanat merkezinin mimarisi, konumu ve ihtirası ise bu geçmişi yüklenmiş bugünün ve geleceğin hiç komplekse kapılmadığını gösteriyor bana. Merkezde yapıtları sergilenen Ergin İnan'ın bir kültürü bir başka kültürde ifade edişi ise bizim ruh dünyamızın oralara taşınmış bir armağanı.
Brugge bambaşka bir serüven. Gene kanallar. Gene vurgunu olduğum Kuzey ve ışıkları. Gene küçük, suyla çevrili, biblo kadar küçük ve tarihi asırlarca geriye giden taş yapılarının içinde eskidiği büyük sessizlik. Ve hep aynı duygu: biraz daha kalabilseydim. Rubens geçti bu şehirden. Onu hiç mi hiç sevmedim. Louvre'da ona ait odaları daima gözüm kapalı geçtim. Ama bu kentin öteki "insanı" Memling'in yapıtları dünyanın o kadar farklı yerinde karşıma çıktı. Burada da bir hastanede 6 yapıtı var. Bir ölçüde Gotik, bir ölçüde erken Rönesans bu yapıtların ön planlarına değil, Flaman resminin asıl gerçeği olan arka planlarına bakıyorum. Sonra çikolatacılar. Sonra gene kanallar ve meydanlar. Memling'den şu kadar çağ sonra Van Gogh'u da akademisinden geçiren bir kentte ayak izlerini sürmek kolay değil. Ve neydi bu kültürü Sürrealizme, Magritte ve Delvaux ile taşıyan muhayyilenin özellikleri?
Gecikmiş bir dönüşün yarattığı tesadüf imkânı: Waterloo. 18 Haziran 1815. Çanakkale'den kılı kılına 100 yıl önce. Boğazlar'a kadar gelen İngilizlere o olanağı tanıyan zafer. Büyük bir hemoroit kanaması ve mide krampları içindeki Napolyon öğleden sonra 16'da, iki üç saat içinde kazandığı zaferi, yarım saat içinde, yakmayı unuttuğu ormanlık araziden geçerek gelen ve kendisini arkadan kuşatan Prusya birliklerinin baskısıyla Wellington'a iade ediyordu. Öylece büyük bir kaderi, büyük bir ihtirası ve hülyayı. İlk Avrupa koalisyonlarından birisi "Canavar"ı yenmişti. Ama ne kadar garip, şimdi yenilginin kesinleştiği 105 metrelik tepeden küçücük, nereye sığdığını anlayamadığım, ama birbiriyle gırtlak gırtlağa boğuşan 140 bin savaşçının tam bir Cehenneme çevirdiği ovaya bakıp, Bondarchuk'un filmini kare kare anımsarken garip bir şey de dikkatimi çekiyor. Gerçi onun adına da küçük bir kafe var ama kimse muzaffer Wellington'u anmıyor, bugün; dağ taş, Napolyon'la yüklü.
Bunlar değil beni asıl ilgilendiren. Belçika'nın kendisi. Sadece Abdülhak Hamid Tarhan'ın eşi Lüsyen hanım nedeniyle arada bir adını duyduğumuz, bambaşka bir kültürün ülkesi Belçika. Valonlar ve Flamanlar arasında bölüşülemeyen, Kuzeyin büyük kapılarından birisi. Işığı ve resmiyle bir muhayyile ülkesi. Ama o kültüre rağmen kentin on dakika dışında çiftlikleri, haraları görmek, horoz seslerini duymak da mümkün. Şaşırtıcı mı? Belki! Yakup Kadri de Erasmus'u bulmak umuduyla gittiği La Haye'de besili Hollanda inekleriyle karşılaşmasının şokunu anlatır Zoraki Diplomat'ta. Onu anımsıyorum ve 200 yıllık Oksidantalizm (hayli Batıcılık) maceramızın henüz sona ermediğini düşünüyorum, beni oraya indiren uçak havalanıp İstanbul'a geri getirirken.
Belçika'ya bir daha gitmeliyim diyorum, kendi kendime... Neticede Kuzey ışığının olduğu bir kent. Kanallar, Kuzey ışığı ve sessizlik...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA