Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Mısır'ın uzun eli

Mısır'ı izlemeyi zevkle sürdürdük. Sonunda bir tiran daha çekip gitti. Elbette her manada istediğimiz türden bir devrim olmadı. Gene de önemli bir sonuç alındı. Üstelik, genel yanılgının tersine, devrimler de, parça parça, dalga dalga gerçekleşir.
Her ne kadar yarın ne olacağı üç aşağı beş yukarı belliyse de devrimin ilk aşaması olgunlaştı, Mübarek tarihin çukuruna yuvarlandı.
Mısır halkı, Fransız Devrimi'nin meşhur ettiği tabirle "baldırı çıplaklar" (sans culottes) olarak ayaklanmış, onun iktidarını yerle bir etmiştir. Üstelik başsız, ideolojisiz, merkezsiz bir devrimdir bu ve bu yanıyla çok daha önemlidir. Şimdi herkes ne olacak diye soruyor.
Söylenecek çok şey var. Birincisi, devrimin gerçekleşmesinde ABD'nin kritik bir rol oynadığı muhakkak. Son dakikada Mübarek'e gitmesi için baskı yapmasa son firavun yerinde kalmayı sürdürecekti. ABD o şartta ortaya çıkacak durumun büyük bir kaos veya boşluk meydana getireceğini, gidişatın bir iç savaşa dönüşeceğini görüp Mübarek'i yerinden etti. Zaten ordu duruma hâkim olmuştu. Devrim dediğimiz şey ordunun ipleri ele geçirişi olarak tecessüm edince ABD'ye Mübarek dışı bir plan yapmak hayli cazip göründü. "Büyük korku" bu oluşumda önemli rol oynadı. Doğan boşluk Müslüman Kardeşler tarafından doldurulabilecek ve Mısır devrimi, bir ihtimal bile olsa, İslami bir İran devrimi modelini benimseyebilecekti.
Oysa bölgenin dengesi ve düzeni açısından ABD'nin böyle bir modele tahammülü yoktur ve olmayacak, yakın bir gelecekte.
Böylece başlangıçta kendini gösteren bir belirsizlik de aydınlandı. İnsanlar Mısır'daki hareketin "İran 1979" mu yoksa "Berlin 1989 mu" olduğunu soruyordu. Cevap şimdi ikincisine daha yakın duruyor. Amerika ayrıca iş "İran 2011"e dönüşmesin diye de bir hayli emek ve çaba sarf ediyor.
Bir kere bu hal ortaya çıktıktan sonra geriye bundan sonra ne olacağı sorusu kalıyor.
Birçok bakımdan yabana atılmayacak kadar önemli bir soru bu. Birkaç yönden ele alalım.
Birincisi, ABD Mısır'ı kullanarak bölgedeki "istemediği türden" İslami rejimlerin odak noktası olarak gördüğü İran rejimini destablize etmek için daha çok gayret edecek. Netice elde eder mi, yanıtlaması zor bir soru ama İran rejiminin de en azından bir sarsıntı geçirmesi, İranlıların da kendilerinde bir kuvvet hissedip iktidara yüklenmesi için ABD elinden geleni ardına koymayacaktır. İkinci konu çok daha önemli; çünkü, İsrail ve Türkiye'yi kapsıyor.
Son hareketle birlikte Türkiye'nin bölgedeki önemini ABD'nin bir kere daha anlamaması olanaksız. Nitekim yaptığımız temaslar da bu yargıyı doğrular mahiyette. Mısır gibi İsrail'le doğrudan savaşmış bir ülkenin iç dengelerindeki bozulma ABD ile İsrail arasındaki ilişkileri yeni bir hassasiyet noktasına taşıyacaktır. Şunu belirtelim ki, eğer sorun İslam'ın siyasal potansiyeli ise Mısır'ın buna uzak ve kapalı kalması düşünülemez. İslam, eninde sonunda hem bölgede hem de Mısır'da bir gerçektir.
Bu durumda ABD'nin elinde bölge müttefiki olarak Türkiye'den başka bir seçenek kalmıyor. Şurası muhakkak ki, eğer İsrail olmasaydı, İsrail'in "dinsel" hassasiyetleri olmasaydı ABD bölgeyi de İslam'ı da bambaşka bir gözle algılayacaktı. Ama madem durum budur ve bölge vurgusu İsrail üstünden yapılacaktır, o zaman, ABD için geriye, Türkiye ile yakınlaşmaktan başka bir seçenek kalıyor mu?
Hele Türkiye'nin bölge hatta dünya üstündeki tesiri Başbakan'ın son Mısır çıkışından sonra büsbütün anlaşılmışken bu soruyu olumsuz yanıtlamak olanaksız. Amerika bundan sonrasında İsrail'e Türkiye ile yakınlaşmasını ve arasındaki sorunu çözmesini telkin edecektir. Bu yaklaşıma direnirse Mısır olayları İsrail'in içini de karıştırmış olacaktır.
Söylüyorum işte, Mısır'ı izlemeyi zevkle sürdüreceğiz...



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA