1992'de CHP yeniden açılırken bir kitap yazmıştım: Yeni Bir Sosyal Demokrasi İçin. Zaman içinde tükendi, bana sorulur oldu. Baktım ardı arkası kesilmiyor ilginin, oturdum, yeniden hazırlıyorum. Kitap Türkiye'de Kemalizm üstünden bir sosyal demokrasi olamayacağını dile getiren neredeyse ilk metindir. O zamanlar SHP içindeydim ve o partide bu türden iddiaların bu şekilde sistematik bir analize tabi tutulması başlı başına bir kavga nedeniydi. Nitekim beni de hemen 2. Cumhuriyetçi olarak nitelendirdiler ve partinin "yüksek şahsiyetlerine" doğrudan telefonlar falan açarak şikâyet ettiler.
Şimdi kitabı yayına hazırlarken 1992 sonrasından bugüne kadar geçen dönemde CHP'nin ve onun iddia ettiği "solculuğun" bir tarihini yazmak, anatomisini yapmak istedim. Retrospektif biçimde bakınca ve olayları kronolojik bir sırada izleyince Türkiye'nin 1990'ları nasıl çılgınca bir hoyratlıkla harcadığı anlaşılıyor. O arada barajı geçemeyen bir CHP var, o arada şimdi Ergenekon dediğimiz davalara konu olan gelişmeler var. Fakat hepsinden önemlisi 28 Şubat. Belki "bin yıl" sürmemiş ve sürmeyecek ama Türkiye 2007'ye kadar çok net biçimde darbe ortamında yaşamış.
Vahim olanı CHP'nin buna zemin hazırlaması. CHP'nin bu dönemin/sürecin siyasal örgütü olması. Daha önce de belirttiğim gibi 1993'te Uğur Mumcu öldürülüp Türkiye'de laiklik öne itilince o omurgaya dayanan Baykal 1997'ye dört elle sarılmış, 2002 sonrasında da yeni bir 28 Şubat çıkar umuduyla politika yapmış.
Bugünkü CHP bu yakın tarihten geliyor ve böyle bakınca ortada daha da vahim bir gelişmenin olduğu anlaşılıyor: Mayıs ayında Kılıçdaroğlu'na geçen bu 1992 sonrası CHP, bizim analizlerimizde sık sık atıfta bulunduğumuz Kemalist, tek parti dönemi CHP'sinden çok daha vahim bir yerde. 1930'lar hiç değilse şartlarını kendi içinde barındırıyordu. O çağ otoriter/faşizan bir modernleşme projesiyle iç içe geçmişti. CHP benzeri kurucu ve hegemonik partiler Avrupa'daki tüm ülkelerde mevcuttu. Ama 1992 sonrasında savunulan görüşlerin, 1997 sonrasında takip edilen politikaların CHP'si aklın alacağı bir şey değil. Ve bu CHP 2007'ye, 2010'a kadar türban konusunda, Kürt meselesinde militer, kutuplaştırıcı bir politikanın savunucusu olarak gelmiş. 1997'de Baykal ve CHP var da 2007'de 27 Nisan bildirgesinde yok mu?
Kılıçdaroğlu şimdi bu CHP'yi "yeni"leştirecek. Bunu yürekten dilemek gerek. O çapta bir partinin sivilleşmesini, militer, otoriter bir anlayıştan vazgeçmesini, çoğulcu, demokratik bir siyasetle bütünleşmesini Türkiye adına istemeyip de ne yapacaksınız? Üstelik 21. yüzyılın şu gününde istenen tek şey de bu! Yeteri kadar vahim ve hazin...
Fakat bu nasıl olacak? Kılıçdaroğlu bir kasetle iş başına geldi. Kılıçdaroğlu iki satırlık bir yüksek yargı yazısıyla Sav'ı alaşağı etti. İki saatlik bir yargı kararıyla yerini pekiştirdi. Sadece şu süreç bile işin çok netameli olduğunu göstermeye yeter, derken bir de parti genel sekreterliğine ve sözcülüğüne CHP'ye kaydolduğu güne kadar sağ partilerde siyaset yapmış, CHP ve solla ilişkisinden kimsenin haberdar olmadığı Süheyl Batum getiriliyor. Öbür taraftan siyaset bilimciler yaptıkları yorumlarla partiyi Kemalizmle demokrasinin ilişkisini/ortaklığını kurmaya davet ediyor, CHP'yi endişeli modernlerin örgütüne dönüştürmenin gayreti içine giriyor. Sol neresinde bu işin, sosyal demokrasi neresinde? Şu ana kadar da Kılıçdaroğlu'ndan sadece popülist bir söylemden başka bir şey duyulmadı.
Şunu söyleyeyim ki, CHP yenileşmeli ama ondan bir sol partinin çıkmasını imkânsız derecede zor görüyorum çünkü solun dünyadaki pratiği bugün bir dizi zorlukla karşı karşıya iken şimdi onunla hiç mi hiç ilgisi olmamış bir CHP'nin bir gecede sollaşması olanaksız. Üstelik Baykal döneminde CHP tarihinin iyi kötü soluk veya solgun kadroları da devre dışı bırakılmıştı. Ama hiç değilse CHP demokrasi ve sivillik bağlamında kendisini dönüştürebilir. Bu onun için de, Türkiye için de zaruridir. Nedeni önümüzdeki seçimlerin 1954 parlamentosuna benzer bir meclis yaratacağı korkusudur: tek başına bir AK Parti Meclisi.
Bunu önce AKP'nin istemediğine bahse girerim.