Din dersinin zorunlu olup olamayacağını tartışıyoruz. Tıpkı başörtüsü gibi bunu da laiklikle özgürlüklerin kesiştiği bir noktada ele almak gerekiyor. Yani demokrasinin kişisel özgürlükleri nasıl tanımladığıyla ilgili bir irdelemedir bu aslında. Cuma günkü yazımın sonunda başörtüsü konusundaki hataya zorunlu din dersi konusunda düşmeyelim derken bunu kastetmek istemiştim. Sorunu laiklik tartışmasından tümüyle çıkarmayalım (çıkamaz zaten) ama onun özel bir hali içinde tanımlayalım: hem pozitif laiklik hem özgürlükçü demokrasi ile ilişkilendirelim bu sorunları. Biraz daha açıklayayım.
Şu son yirmi yılda tartıştığımız, toplumun gerilmesine, bölünmesine yol açan üç ana kavram var: modernleşme, laiklik, demokrasi. Bu kavramlar sadece bizde değil, bütün demokratik ülkelerde sorunludur, ama az ama çok. Batı toplumsal ve siyasal tarihi bu üç kavramın biçimlenmesiyle oluşmuştur. Bu yönden bakılırsa öyle garip bir durumda değiliz. O zaman bizdeki sorun nedir derseniz, bu üç kavramın sıralanmasıdır, birbirine göre öncelik ve önemleridir, derim.
Biz laikliği demokrasinin içinde değil, demokrasiyi laikliğin içinde görüyoruz ve böyle bir kabulü gerçekleştirmenin adını modernleşme koyuyoruz. Oysa doğrusu laikliği demokrasinin içinde görmektir. Belki tarihsel olarak tersidir yani önce laiklik şu veya bu biçimde ortaya çıkmış, demokrasi oradan yürüyüp gelişmiştir ve laikliğin olmadığı bir demokrasiyi tasavvur kabil değildir ama bugün laikliğin kuşattığı, laikliğin öncelik kazandığı bir demokrasi de bir o kadar yanlıştır.
Bu durumun nedeni laiklik öncelikli bir demokrasinin inşa edilmesi halinde insanların laik olmaya zorlanacak olmasıdır. O koşulda insanlardan inançlarını değiştirmeleri istenir. Kamusal alan, özel alan tartışmaları başlar. Bu durumu yaşamış toplumlar yok değildir ve her zaman sığındığımız örnek olan Fransa akla ilk gelendir. Fransa'da da aynen bizdeki aşamalardan geçilmiştir (hâlâ da geçilmektedir) ve bu durumun literatürde bir adı vardır: proselistik laiklik.
Daha önceleri de yazmıştım: proselistik, zorlayarak din değişikliği sağlamak demek. Eskiden buna bizde ihtida etmek denirdi. Din değiştirenlere de mühtedi adı verilirdi: dininden çıkıp başka bir dini kabul etmiş olanlar. Bunlara sonradan "dönme" adı verildi. Modernleşmenin bizdeki gibi "yukarıdan" veya "zorla" kabul ettirildiği toplumlardaki uygulamasına da bu ad veriliyor: proselistik modernleşme. Aynı şey laiklik için de geçerli: proselistik laiklik. "Haydi, gelin laik olalım" dendiğinde ortaya tastamam proselistik laikler çıkar, çıkıyor. Yani dönme laikler, dönme modernlik, dolayısıyla da zorlayıcı laiklik, zorlayıcı modernleşme.
Nitekim, kızlar okullara başları örtülü girerse bu açık başlılar için bir zorlama nedeni olur mu, sorusuna karşılık YÖK Başkanı'nın verdiği anlamsız yanıt aslında bu "ihtida-değiştirme- zorlama" süreciyle ilgilidir. İşin özü, ihtidai zorlama her iki kanattan da gelebilir ve demokrasinin reddettiği budur. Demokratik seçenek ve özgürlük bu çeşit zorlamaları engellemek içindir.
Gelelim din dersinin "zorunlu" olmasına.
Sanırım artık söylenecek bir şey kalmıyor bu tanımlar çerçevesinde. Dersin zorunlu olmasının burada yeniden sayıp dökmeye gerek duymadığım dünya kadar kısıtlaması var. Tam manasıyla bir ihtida halidir, zorunluluk. Daha önce söylediğim gibi ne yapalım ki, din böyle bir alandır ve başka türlü hassasiyetleri gerektirir. Hele kutsal kitaba ve onun ameliyatına dair bir din dersi olamaz. Din dersinin zorunlu olması bu nedenle pozitif laiklikle değil negatif laiklikle ilgilidir ve anti-demokratik bir duruma tekabül eder. Gene demokrasiyi laikliğin içinden tanımlamış oluruz. Seçmeli hale getirilmesinde atla arabanın yeri değişir ve demokrasi öncelikli bir laikliğe geçilir.
Peki, çocuğuna İslam bir yana, doğrudan Müslümanlık uygulamalarını yani kateşizmi öğretmek isteyenler ne yapsın?
Efendim, eğer ardı arkası kesilmeyen şu yağmurların seli almazsa, çarşamba günü bu sorunun yanıtını vereceğim.