Başbakanın "dört yanımız düşmanlarla çevrili değildir" açıklaması Türkiye'de 80 yıldır devam eden ve ne yazık ki siyasetçilerden de destek gören militer yapının sonunu ilan ederken Kültür Bakanı'nın girişimiyle Sümela ve Ahtamar'da gerçekleştirilen ayinler aynı yapının "ötekiler" veya "azınlıklar" üstünden gelişen kısıtlamalarına indirilmiş bir darbedir. (Doğrudan doğruya "azınlık" kavramı bile sorunun özünü teşkil eder, hatta kendisidir.)
Türkiye'de mevcut olan ve militarizmle karılmış siyasal yapı kimlik üstünden oluşturulduğundan ve bu kimlik sadece Türk kimliğine atıf yaptığından gerek Başbakan'ın açıklaması gerekse Kültür Bakanlığı marifetiyle meydana çıkanlar bana kurucu ve sert, radikal, şiddete dayalı, otoriter modernizmin şimdi sekülerleşmeye başladığını düşündürüyor.
Evet, sekülerleşen bir modernizm var karşımızda. Buna ehlileşen modernizm diyebiliriz. Aynı şekilde buna "modernizmin modernleşmesi" diyebiliriz.
Modernleşme 1980 sonrasında bütün dünyada çok itilip kakılmış bir tarihsel olgudur. Bu (olumsuz) irdelemelerden Türk modernleşmesi de payına düşeni almıştır. Bazen Aydınlanma da denerek modernleşme epey eleştirilmiştir. Doğaldır. Yukarıda verdiğim tanım içinde dışlayıcı, içine dönük, dışına kapalı, cebir kullanan bir modernleşme eleştirilecekti. Eleştiri iki büyük eksende kendisini gösterdi. Bunların ilki İslam ikincisi Kürt hareketidir.
Gerek İslam gerekse Kürt arayışı kimlik politikalarının bir uzantısı olarak gelişti. Arayışın özü belliydi: her iki harekete de taraf olan gerek bireyler gerekse kümeler toplumsal planda "kendileri" olarak yaşamak istiyordu. Din ve dil başta olmak üzere insanlar kendilerine dayatılanla değil kendi tercihleriyle yaşama kaygısındaydı.
Bu arayışın 1990'lardan başlayarak ilginç bir sonucu oldu. Politik İslam kendi içinde dönüşerek siyasal iktidarı elde etti. Fakat bu son derecede ilginç bir iktidardır. Türban, İmam Hatip okulları, Kuran kursları ve daha sayısız alanda kendi istediği düzenlemeleri belki kısmen yaptı belki hiç yapamadı. O manada "sistem" ve onun benimsediği modernleşme ile istemeyerek de olsa özdeşleşti. Gönülsüz ama somut bir bütünleşme. Hele 1995 sonrasının iktidarının tam bir yenilgi ile görevden ayrılması söylediğimin somut kanıtıdır.
2002 sonrası ise bu alanda fazla bir ilerleme kaydedemedi ama başka iki önemli farklılaşmayı gerçekleştirdi. Hem İslami kimliğin başat, baskın, vurucu sivriliklerini törpüledi hem de Anadolu'dan gelen tarihin belki de en büyük göç dalgalarından birisini toplumun hazmetme olanağını yarattı. Bunu AB konusunda, ekonomik alanda ve dış politikada yeni çıkışlar yaparak destekledi, besledi ve büyüttü. Bu manada modernleşme İslami kimliği, İslami kimlik modernleşmeyi yeniden biçimlendirdi. Buna "yeni modernitenin" karşılıklı etkileşimi diyelim.
Sonuç şudur: bu çerçeveyi kuran, biçimlendiren, işleyen bir mekanizmaya dönüştüren dişli modernleşmenin modernleşmesidir diyorum ama onu da hazırlayan da demokratikleşmedir. Türk siyasal modernleşmesinin eksik bıraktığı ve hiç içermediği demokratikleşme bunca zaman sonra sistemin tayin edici öğelerinin kontrol altına alınmasıyla ortaya çıkıyor. Bu, ekonomik ve sosyal modernleşmenin kültürel modernleşmeye galip gelmesidir. Bugün yaşadığımız YAŞ krizi, Anayasa referandumu, Kürt açılımı bu modelin parçalarıdır.
Burada çözmemiz gereken bir düğüm noktası var: Kürt hareketinin ve Kürt kimliğinin Kürtler tarafından algılanması. Modernleşen modernleşme içinde onun ne ifade ettiğini, kısıtlamalarını ve olanaklarını cuma günü ele alayım.