Ahtamar adasında 95 yıl sonra Kültür Bakanlığı'nın verdiği izinle ayin yapılıyor. Binlerce Ermeni bölgeye geliyor. Otellerde yer bulunmuyor. Yörenin, kentin insanları evlerini, sofralarını gelen konuklara açıyor. Bir Amerikalı dostum bunu hayretler içinde anlatıyor bana.
Türkiye'nin içinde yaşadığı ve benim bölünmeler çağı dediğim şu zaman parçasının içimizde büyütüp derinleştirdiği sancıları dindirmenin bundan daha iyi bir yolu olabilir mi?
İkinci bir örnek Sümela Manastırı. Orada da bir ayin düzenlenecek ve ruhani lider Patrik Bartholmew hazretleri yönetecek dini töreni. Yıllar sonra yapılan bu ayinin içinde yaşadığımız şu zıtlıklar ve korkular ülkesine yeni bir huzur boyut getireceğinden kimsenin kuşkusu olabilir mi?
Benzeri bir gelişme Noel Baba kilisesinde yaşanıyor. Orada yapılan törenlere de insanlar akın akın gidiyor. Bir bilet alıp kiliseye giren kişinin yandaki Myra antik kentini gezme olanağı da ortaya çıkınca 400 bin kişi bu turizmi yapıyor.
Andığım bu gelişmeler bana yıllar önce Kültür Bakanlığı'nda iken bir danışman dostumun üstünde uzun uzun çalıştığı inanç turizmi projesinin uygulamaya koyulduğu izlenimini veriyor. Gerçi o proje daha kapsamlıydı. Sadece bu antik yerlerde dinsel ibadet yapılmasını öngörmekle kalmıyor, Hıristiyanlığın doğduğu yer olan Anadolu'da bu dinin en önemli merkezlerinin ayrı bir anlayışla ele alınmasını ve turizme açılmasını içeriyordu. Buna Hatay da, Göreme de, İznik de dahildi.
Hıristiyanlık bu kentlerde doğmuş oradan Roma'ya sıçramıştı. Buraları ayrı bir anlayışla ele almamalı mıydık? Belki kısa bir süre sonra bugünkü özgürlükçü adımları atan Kültür Bakanı Ertuğrul Günay o konuda da yeni girişimlerde bulunacaktır.
Ne yapalım ki, Türkiye, tarihi ve kültürel coğrafyasıyla ve dünyada yükselen yeni bir bilinç nedeniyle bizi bu tür konularda yeni kararlar almaya zorluyor. Dünya, 1990 sonrasında, toplumların içinde yaşattığı farklılıkları yeni bir anlayışla kuşatmasını zorunlu kılıyor. Dar, katı, ödünsüz bir 'ulusal kimlik' toplumun ürettiği farklılık taleplerini karşılamaya yetmiyor. Yeni bir zihniyet üretmek gerekiyor. Bu yapılamadığı sürece bölünmüş, gergin, kopmanın eşiğinde, iç ağrıları çeken bir toplumda soluk alıp veriyor insanlar ya da daha doğrusu soluksuz kalıyor. Türkiye bu sancıyı tüm toplumlardan daha fazla yaşıyor. Bu girişimlerin olması değil olmamasıdır bundan sonra Türkiye'yi ortadan yaracak olan.
Kültür Bakanlığı Türkiye'de esas olarak ulusal kültürü tahkim etmek maksadıyla kurulmuştur ve bir askeri darbenin ardından faaliyet göstermeye başlamıştır. O Kültür Bakanlığı'nın 1990'ların başında özgürlükçü, demokrat bir kültürün temellenmesi için verdiği mücadele çok önemliydi. Söz konusu etkinliğin şimdi çok daha ileri bir düzeye taşınması, Bakanlığın Nazım Hikmet için bir kitap yayınlaması (hakkında kitap yayınlanan diğer edebiyatçıları unutmuyorum) nereden nereye gelindiğini gösteriyor.
Türkiye yıllar yılı demokrasi adı altında çoğunluk anlayışı ve kavramıyla hareket etti. Oysa demokrasi çoğulluk demektir. Bu tanımın kabulüyle Türkiye'nin siyasal zihniyet dünyasında bir dönüşüm yaşanacaktır ve bazılarının şimdi üstelik müspet anlamlar yükleyerek vurguladığı Fransız modeli ve Jakoben anlayış aşılıp daha Anglo-Sakson bir modele geçilecektir. Bu modelde herkesin dilediği dinde, dilde, kültürde yaşama şansı, hakkı olacaktır. Bu bölücü, ayrıştırıcı değil tersine bütünleştirici, birleştirici bir imkân yaratacaktır. Türkiye oraya doğru gidiyor. Doğrusu budur.
Kültür Bakanlığı yeni, çok olumlu ve çok yapıcı bir anlayışın yol taşlarını döşüyor.