Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Darbe 'hukukunun' mantığı

Anayasa değişiklik önerilerine gösterilen iki tür tepki var. Birincisi sivil, diğeri bürokratik. Sivil tepki daha genel kapsama dönük konuları içeriyor. Bürokratik tepki ise öncelikle yargı meselesini ele alıyor. Sivillerden de farkında olarak ve olmayarak bu tepkiye destek verenler çıkıyor. Bu iki refleks arasında ayrım yapmak şart.
Bürokratik tepkiyi rejimin korunması oluşturuyor. Bir ülkede herkesin yakındığı, galiba 16 defa değişmiş fakat yetersizliği gene de herkes ve her kesim tarafından ifade edilen bir anayasa değiştirilmek istendiğinde kıyamet kopuyor. İşte bu anlaşılmaz ve "absürt" durumu doğuran şey rejimin korunması içgüdüsüdür. Biraz açmaya çalışayım.
Öncelikle şunu belirteyim. Anayasa değişikliği önemli, zorunlu fakat yetersizdir. Çünkü çok kısıtlıdır. (Bu konudaki görüşlerimi açıklayacağım.) Sıkıntı bu kısıtlılıktan türüyor. Değişiklik konusunda öne sürülecek en önemli "keşke" bence "mutabakat" falan değildir. Asıl "keşke" bu kapsamın daha geniş olmasıyla ilgilidir. Ama bugünkü hamlenin bile ne kadar önemli olduğunu, niye önemli olduğunu belirten en önemli dikkat noktası yargı konusudur.
Anti demokratik bir darbe rejimini koruma içgüdüsü olarak nitelendirdiğim bürokratik tepkilerin altında yargıya dönük girişimler yatıyor. Değişikliklerin hukuka müdahale olduğu söyleniyor. Bu nasıl bir mantıktır anlamak olanaksız. Böyle bir mantığın tutarlılığı olabilir mi? Bugünkü hali meydana getiren darbe hukuku yargıyı ve hukuku korudu da şimdi sivil iktidarın hazırladığı maddelerle mi o hukuk bozuluyor? Çeşitli yargı bürokrasisi kurumları muhafaza ediliyor sadece kompozisyonu değiştiriliyor ve kurullara Meclis'ten insan atanıyor diye hukuka müdahale oluyor öyle mi? Üstelik de AB kriteri yerine getirilmemiş, mesela Adalet Bakanı ve Müsteşarı yerinde bırakılmışken...
İkincisi ve daha önemlisi şu: 12 Eylül rejimi hukuk düzeni kurmadı. Bütün rejimler gibi kendi oluşturmak istediği sistemin hukuksal/yargısal dayanaklarını hazırladı. O sistemin ne olduğu sorusunu hatırlamadan bu tartışmayı daha ileriye götürmek olanağı yok. 12 Eylül sistemi topluma ve siyasete inanmıyordu. Siyasal unsurların değil yöneticilerin, meşhur tabiriyle atanmışların yani bürokratların kontrol edeceği bir düzen istiyordu. Bunun siyasal bilim terminolojisinde bir adı var: korporatizm.
Bu korporatist rejimin ikinci önemli hamlesi kuvvetler ayrılığı ilkesini laf olarak anayasaya yerleştirmek ama yürütmeyi ve yasamayı sürekli olarak yargıya denetlettirmekti.
Her yürütme yasaya ve yargıya açıktır. Olmalıdır. Hukuk devleti budur. Buradaki anlayış "gemlemektir." Siyasete ve topluma inanmayan bir rejim başka bir mantığı kabul edebilir mi? Bu sistemin kendisiyle çelişmesi olmaz mıydı? Üçüncüsü, 12 Eylül Anayasası devletin kutsallığı ilkesi üstüne kurulmuştur. Sadece faşist rejimlerde gösterilen bu kabul de diğer iki unsurla birleşince ortada sivil bir toplumdan, onu belirleyecek siyasetten ve demokrasiden söz edilemez. Edilemiyordu da. Bu bakımdan da denetleyici bir yargı değil gemleyici bir yargı bürokrasisi sistemin üstüne giydirildi.
Bu tartışmaları siyasal ve anayasal kuramın temel bir ilkesini unutarak yapıyoruz. O unuttuğumuz kural bize hukuk ideolojiktir der. Onu hatırlayınca 12 Eylül faşist darbesinin ve rejiminin de kendi anladığı hukuk düzenini kurmak istediğini ve kurduğunu çıkarsayabiliriz. Şimdi bu sistem değiştirilirken üretilen, geliştirilen tepkinin özünde "bu" rejimin korunması içgüdüsü yatıyor. Rejimi koruma çabası bürokrasinin siyaset karşısındaki hükümranlığını kaybetmemesi girişimidir. Başka bir şey değildir.
Şimdilik bu kadar!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA