Türkiye'de de dünyada da insan her şey olabilir, eğitimi, kurumu, geleneği vardır, yolları, yöntemleri bellidir gider, okur, öğrenir ama kültür adamı olamaz, çünkü o sadece insanın kendi içgüdülerine, hepsinden önemlisi çelikten bir iradeye, dirence, herkesten farklı bir dünya görüşüne bağlıdır.
Şakir Eczacıbaşı'nın önemi buradaydı. Fotoğrafçıydı, şimdiki kuşakların uzaktan yakından bilmediği, benim de ancak kütüphanelerde okuyarak tanıdığım efsanevi Vatan gazetesinin Sanat Sayfası'nın kurucusu ve yönetmeniydi, ama işte hepsinden öte bir kültür adamıydı. Onu kültür adamı yapan neydi diye sorarsanız cevabı yoktur.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın başında olmak bu kimliğini açıklamaya yetmez. Oscar Wilde'ın ve George Bernard Shaw'un anekdotlarını, özdeyişlerini derlemek yetmez. İstanbul'a bir konser salonu, kongre merkezi yapılması için canını dişine takıp çalışması yetmez. İstanbul festivallerinin organizasyonunda bulunmak yetmez. Zamanında yayınladığı tıp-ilaç dergilerine serpiştirdiği, çok genç bir insan olarak Antalya yazlarında çok şey öğrenerek okuduğum dergileri, Eczacıbaşı albümlerini yayınlamak yetmez. Sinematek'in kurucusu olmak yetmez.
Düşününce, açık yürekle ve ısrarla söyleyeyim, insanın başını döndüren bu öncülükler olmadan olmaz, bunların katkısı yadsınamaz ama gene de kültür adamlığı başka bir şeydir.
Belki benim hiç bulunmadığım ama katılan herkesin heyecanla anlattığı sofralarının içinde şekillenmiştir o kültür adamlığı. Kısacası bir duyuşa, bir sezgiye gene de bana kalırsa hepsinden önemlisi kimsenin uğraşmadığı, herkesin deli saçması diye baktığı meselelere ilgi duymasına bağlıdır kültür adamlığı. Dünyayı olduğundan farklı bir hale getirmekte, insanlara uygarlık denilen şeyin içinde yaşadıkları ama görmedikleri şeyi anlamalarında, adlandırmalarında yattığını öğretmekte yatar. Onlara yeni bir algı kazandırmaktır kültür adamlığı. Gerçeğin öteki yüzünü göstermektir.
Altını çizelim: Şakir Eczacıbaşı bir eylemciydi. Bunu unutursak kültür adamlığının en önemli parametresini yok ederiz. Gücü bu özelliğinden kaynaklanıyordu.
Onunla bir yakınlığım oldu. Öncelikle neredeyse 15 yıl İstanbul Bienali'nin Danışma Kurulu üyesi olarak çalıştım kendisiyle. Ama benim için daha ilginç olanı onun fotoğrafçılığıydı.
Hep üzüldüğüm bir şeydir. Bazı insanlar büyük yeteneklerinin olduğu alanları terk eder, kendilerine biçtikleri bir misyon doğrultusunda isimlerini başka bir alanda çok önemli bir yere taşıyacak birikimlerini geriye iterler. Attila İlhan, edebiyatçılığını ve şairliğini kendi inandığı politik görüşlerini yaygınlaştırmak için boğarak öldü. Şakir Bey o derecede olmasa da toplumsal sorumluluğu ve kültür adamlığı yönünde çalışıp fotoğrafçılığını amatör bir düzeyde tuttu. Oysa hakkında yazdığım uzun bir yazıda belirttiğim gibi büyük bir sanatçıydı. Müthiş bir gözü, sezgisi, zevki vardı. İnsanların dikdörtgen kadrajlar ve figüratif görüntülerle, romantik manzaralarla, öykülemelerle uğraştığı bir dönemde, fotoğrafını, gelişmeleri fark ederek, bütünüyle izlenimci bir renkçiliğe evriltmişti. Ondan sonrasını terk etti. Büyük sergiler açtı, çok etkileyici fotoğraflar çekti ama fotoğrafı nihayetinde bir "hobby" gibi görüyordu. Gene de Türk fotoğrafçılığındaki yeri kesin ve çok muhkemdir.
Şakir Eczacıbaşı zengindi. Bir burjuva ailesinden geliyordu. Çok iyi bir eğitim almıştı. Hayatla ilgili bir sorunu yoktu. Bütün zamanını servetine servet katmakla geçirebilirdi. Yapmadı. Avrupa'daki gibi, büyük kültürel hamleleri gerçekleştirmiş burjuvaziyi kendisine örnek aldı. Ağabeyi Nejat Eczacıbaşı'nın açtığı yolda ama ondan çok farklı kulvarlarda yürüyerek Türkiye'de kültürün kitleleşmesinde, kültürün hayata karışmasında ve ona biçim vermesinde bir öncü oldu.
Zor bir insandı. Belki yaratıcılığını sonun kadar zorlamamasından ve kullanmamasından kaynaklanan bir dolgunluğun getirdiği zorluktu bu. Ama dünyaya sonuna kadar kültürün içinden bakıp çelişkileri görmekten kaynaklanan huzursuzlukların biriktirdiği zorluklar da vardı işin içinde. Gündelik hayatta gördüğü her şeyin bir kültür problemi olduğunu düşündü ve onun kökenlerine inmeyi hedefledi. Kuşkusuz daha çok "yüksek", klasik, kurumsal kültürdü zihnini meşgul eden ama bu neyi değiştirir?
Bana göre Şakir Eczacıbaşı her alanda kendisini geriye çekmesini bilen, varlığını ve birikimini kültürün toplumsallaşması, içinde yaşadığımız şu yoz, yabanıl, çorak dünyanın zenginleşmesi için harcayan insandır. Hep şöyle düşündüm. İstanbul bahar ve yaz demektir. Festivaller o mevsimleri çıldırtıcı hale getirir. Bunu sağlayanların başında o geliyor. Uzun lafın kısası, her şey bir yana, Şakir Bey, şu binlerce yıllık İstanbul'a İstanbullar katan adamdır.
Daha ne olsun?