Princeton Üniversitesi Rusya (Sovyetler Birliği) tarihçilerinden Stephen Kotkin, son yazdığı 1989'da Doğu Bloku rejiminin çöküşünü anlatan kitabına da verdiği adla o rejimi gayri sivil toplum (Uncivil Society) olarak tanımlıyor. Kotkin'e göre rejim bu özellik nedeniyle içine çöktü/ patladı (implosion).
Bu kavramın üstünde düşünmek gerekir. Türkiye modernleşme döneminde daha 1839'dan başlayarak ama bilhassa 1908/1923'ten itibaren bürokrasinin ve ordunun vesayeti altına girerken aslında gayri sivil bir nitelik de kazanıyordu. Tıpkı Sovyetik rejimde olduğu gibi topluma, siyaset ve sivilleşme, toplumun kendi kendisini üretmesinin yolları yasaklanmıştı. İşin ilginç yanı siyaset de farklı ve zaman zaman çok ileri iddialarına rağmen bu rejimi değiştirmekten kaçındı.
Karşımızda duran ve yeniden hararetleneceği kesin olan Anayasa tartışmalarına bu bağlamında bakmak gerekir. Çünkü şimdi de bazı çevreler, daha önce dile getirilenlerin ötesinde, uzağında duran bir yerde bir sivil vesayet olduğunu iddia ediyor. Dikkatli olmak ve 1982 Anayasası'nın ruhuna, özüne hâkim olan o vesayet kavramını sivil vesayet olarak nitelendirmemek gerekir. İki nedenden ötürü. Birincisi şu değindiğim çerçeve içinde rejim sivil değil gayri sivil özellikler taşıyordu. İkincisi de şu...
1982 Anayasası klasik Türk siyasal modernleşmesinin bir uzantısı olarak iki şeye, halka ve siyasete inanmıyordu. Toplumun bir denetim ve baskı altında tutulması gerektiğini düşünüyordu. İki önemli "organ" bunu sağlayacaktı: devlet kavramı/ideolojisi ve bürokrasi.
YÖK, Anayasa Mahkemesi, yüksek yargının diğer unsurları, MGK söz konusu vesayetin kurucu ve taşıyıcı elemanlarıydı. Zaten Anayasanın başlangıcında da "kutsal Türk devleti"nden söz ediliyordu. Sonuç olarak toplum bu organların oluşturduğu bir deli gömleğine mahkûm edildi.
Hemen işaret ederek bu yapıyı sivil vesayet diye adlandırmanın vahim yanlışlığını vurgulayalım. Bu bürokratik vesayetti ve kurucu ideolojiye zaten daha başlangıçtan itibaren yerleşikti. Zaten 1930'lar Türkiye'sine dönme maksadını taşıyan 12 Eylül rejimi kendi bakımından çok anlaşılır bir biçimde bürokratik vesayeti de toplumun üstüne geriyordu. Bunu sivil vesayet diye adlandırmak hatalıdır ve sorunludur. Çünkü bu durum sivillik kavramının çok ötesindedir. Ona çok zıt ve uzak bir yerdedir. Kaldı ki, eğer değişecekse bu durumu dönüştürecek olan sivilliktir.
Bugünkü Anayasa tartışmalarının belkemiğini bu gerçek meydana getirecek. Yapılacak yeni anayasa ya bu anlayışın dışında bir yerde teşekkül edecektir ya da bu anayasanın bir devamı olacaktır. Ya gizli ve açık bir biçimde devleti toplumun önüne geçiren bir muhakemeye yaslanacaktır ya da gerçek anlamda bir sivilliği biçimlendirecektir.
Bugünkü hükümet eleştirilmek mi isteniyor? Hay hay! Eleştirinin en önemli odağı gayri sivil rejimi devam ettirmesi olacaktır. Onu sürdürdüğü oranda eleştirilmelidir bugünkü hükümet. YÖK, TRT, özerk olmayan üniversite yapısı, yargı hâkimiyeti ve daha birçok unsuru değiştirmiyorsa hükümeti eleştirmek zorunludur. Yani herhangi bir yönetim ancak daha az demokrasiye taraf olduğu için eleştirilir. Anayasa önerisini bu gerçeği kavradığı ölçüde desteklemek, dışladığı ölçüde eleştirmek de aynı derecede bir hak hatta zorunluluktur.
Doğru tartışma ancak doğru kavramlarla yapılır. Herkesin kendince kavram ürettiği bir ortamda değil.