Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Toplumu siyasetle dönüştürmek

Yeni durum-3

Türkiye'nin bugünkü siyasetindeki en önemli unsur dış politikanın iç politikadan daha etkin hale gelmesidir. Belki de Türkiye tarihinde ilk kez bu derecede ilginç bir dış politika projesi uygulanmaktadır ve Türkiye konjonktürü bu derecede üretici bir biçimde yakalamıştır. Bir defa bunu bir kenara kaydedelim.
İkincisi, bu işlerin belkemiğini meydana getiren ama gözlerden çok kaçan bir başka husus daha var. Dış politika değişimi iç politikanın sistemik yapısını, hatta toplumsal yapıyı, temel düşünme biçimini de doğrudan etkiliyor ve değiştiriyor. Onu açıklayayım.
Türkiye'deki düşünme sistematiği analitik bir özellik arz etmez. Biz genellikle bir konuyu, kavramı doğrudan doğruya kendisiyle ele alıp irdelemeyiz. Düşünce sistematiğimize hâkim olan yöntem daima ikili karşıtlıklar içinde düşünmektir. Bir kavramı zıddıyla değerlendiririz. Bu nedenle de düşünce hayatımıza ama ondan daha beteri siyasal hayatımıza zıtlıklar damgasını vurur. (Siyasetin yapısındaki zıtlıklar da diyalektiğin gerektirdiği zıtlıklar da bu belirttiğim has durumun dışındandır.) Böyle bir anlayışın en çarpıcı sonucu uzlaşma kültürünün bir türlü gelişmemesidir. Tam tersine bizim iç ve dış politikamız uzlaşmama üstüne kuruludur.
Geleneksel bu durum aynı zamanda belirgin bir politika anlayışı tarafından da desteklenir. O anlayışa göre siyaset özellikle de dış politika dost devletler-düşman devletler arasında cereyan eder. Ayrışmalar kesindir ve bir devletin kendi mevcudiyetini ifade edebilmesi ancak düşman devletlerin mevcudiyetine bağlıdır. Türkiye'de devletin neredeyse "ezelden" beri "etrafımız düşman devletlerle çevrili" veya "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" şeklinde geliştirdiği söylemler bu anlayışın bir uzantısıdır. Sadece dış politikada değil iç politikada da aynı kavrayış geçerlidir. Bir dönemde komünizmin, daha sonra şeriatın, bir ara bölücülüğün sürekli ve çok canlı bir düşman olarak işaret edilmesi bu bağlam içinde ele alınmalıdır. Bir anlamda söz konusu dost-düşman ayrımının yapılabilmesi için bu düşmanların hayali olmasında beis yoktur. Gerçekte de öyledir. Bunlar hayali, icat edilmiş düşmanlardır.
Şimdi ortaya çıkan yeni dış politika anlayışı ve özellikle onun Kürt sorunu ve Ermenistan bağlamında getirdikleri bu çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Her iki olgu da Türkiye'nin öteden beri, hatta bilinçdışını etkileyecek biçimde zikrettiği düşman kavramının somutlaşmış halidir. "PKK'nın varlığı ortadayken Kürt meselesi hayalidir denebilir mi?" şeklinde bir soru akla geliyor bu noktada. O soru bu tartışmaların belkemiğidir. Çünkü ona karşılık denebilir ki, eğer Kürtler düşman olarak tarif edilmeseydi, eğer demokratik haklar verilseydi, PKK olur muydu?
Dolayısıyla sadece PKK üstünden tarif edilirse ortada haydi diyelim ki bir düşman var ama işin bir adım öncesi (ötesi değil) meselenin daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Yani PKK'nın bir anlamda yaratıldığını, hiç değilse sadece düşman olarak algılandığını, Kürt meselesinin de salt düşmanlık bağlamından muhakeme edildiğini ortaya koyuyor bu çözümleme. Nedeni açık: düşman olunca devlete, onun şiddetine de ihtiyaç var. Düşman devlet şiddetini ve hegemonyasını her düzeyde meşrulaştırmanın ve toplumu köşeye kıstırmanın temel aracı.
Şimdi yeni dönemle birlikte bu yapının değiştiği kanısındayım. Türkiye hayali düşmanlarından yani hayaletlerinden kurtuluyor. Atılan adımlar sadece dış değil iç politikayı da, temel siyaset algılamasını da değiştiriyor. Çünkü düşman/lar üstünden kendini tarif eden bir devlet yapısı ortadan kalkıyor.
Çok şey!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA