Şöyle düşünelim: Başbakan Erdoğan Davos'ta İsrail'e hiç beklenmeyen bir çıkış yapıyor. İsrail son kertede ABD bağlantıları nedeniyle dünyada sözü en çok geçen, en etkili ülkelerden birisi. Türkiye-ABD-İsrail ilişkilerinin bu çatışma nedeniyle derinden bozulması beklenirken, seçildikten kısa bir süre sonra Obama ilk dış yolculuklarından birini Türkiye'ye yapıyor. Tam işler sütliman oldu derken çok yakın bir geçmişte, neredeyse daha dün, İsrail'le ilişkiler bir kere daha bozuluyor, bu ülke önceden planlanmış bir askeri tatbikat dışında bırakılıyor. Tam o sıralarda Obama, İran'a ve Pakistan'a yolculuk edeceğini bildiği Başbakan Erdoğan'dan Amerika'ya gelmesini rica ediyor.
Bu ilişki çerçevesi yeni bir düzenin başladığına bana kalırsa somut bir işarettir. Üstelik Obama'nın seçilmesiyle birlikte ABD dış politikasında yeni bir dönemin başladığını, çok bilinen bir tabirle, bir model/paradigma değişikliğinin ortaya çıktığını hatırlarsak belirttiğim ilişkilerin yeni bir durum veya düzenin işareti olduğu açıktır. Devam edelim...
Türkiye, şöyle veya böyle, Ermenistan'la ilişkilerinde yeni bir döneme geçiyor. Kendi içinde Kürt sorununu çözme yolunda önemli girişimlerde bulunuyor. PKK militanları gelip teslim oluyor. Ermenistan'la imza aşamasında doğan protokol sorununun giderilmesinde Hillary Clinton bizzat devreye giriyor ve neredeyse imzayla eşzamanlı olarak ABD bazı PKK yöneticilerinin uyuşturucu işi nedeniyle servetlerini dondurma kararını veriyor. Devam edelim. Türkiye Ortadoğu'da yer alan ülkelerin neredeyse ağzına baktığı bir ülke konumundabugün. "Bush sonrası Irak" Türkiye için yepyeni bir anlam ifade ettiği gibi, Türkiye Suriye'yle sınırı kaldırıyor, enerji hatları üstünde yeni bir pozisyon belirliyor. Bütün bunlara bakıp her şeyin eskisi gibi olduğu, hiç değişmediği, aynı kaldığı bir dünyadan söz etmek herhalde imkânsız. Peki nedir bunların altında yatan neden?
Birçoktur. Fakat ben doğrudan Türkiye'yi ilgilendirenlerden ve Türkiye'nin ürettiklerinden daha fazla dışarıda olanlar hatta olmayanlar üstünde durmak gerekir kanısındayım. Örneğin İsrail. Öyle diyorum çünkü değişen dünyaya ona uygun bir tepki vermemek, kendini yeni düzene ayarlamamak halinde nelerin baş göstereceği konusunda İsrail mükemmel bir örnektir.
Obama sonrası dünya temel değerlerinde çok ileri ve radikal değişikliklerin olmayacağı ama Bush politikalarının da gömüldüğü bir dönemdir diye bu köşede bir hayli yazıldı. İsrail, yeni dönemin daha ziyade "yumuşak güçler" dönemi olduğunu, ABD'nin vazgeçmediği taleplerini daha "insancıl ve barışçıl" bir yaklaşımla gerçekleştirmek istediğini kabul etmedi. Dönüşümün militer yaklaşımları ortadan kaldırdığını ve büyük çatlakları nispeten onaracağını, tıpkı Türkiye-Ermenistan zıtlaşması gibi İsrail-Filistin geriliminin de çözülmesini isteyeceğini hiç algılayamadı. Hâlâ askeri ve savaşçıl yöntemlerle devam edebileceğini, bu suretle ABD'nin ileri karakolu olma işlevini sürdüreceğini varsaydı.
Oysa köprülerin altından çok sular akmıştır ve ABD İran'a karşı kullandığı dili bile değiştirmişti. Bu koşullar altından daha fazla "taviz vermez" bir İsrail'in bölgede dinamik ve üretken bir unsuru olamayacağı kesinleşmişti. Üstelik İsrail'in uluslararası uzantıları dinsel, kültürel ve diğer politik nedenlerle Türkiye'ninki kadar esnek ve çok yönlü değildi. Şöyle söyleyelim: Türkiye, ABD'yi yanına alarak bundan sonra İsrail'e karşı bir tutum takınacak, ABD, Türkiye üstünden İsrail'in dönüşmesini isteyecek.
Türkiye bu değişen tabloda öne çıktı. Bunun önkoşulu dünyadaki dönüşümü algılaması, Obama dönemiyle entegre olması iç ve dış sorunlarını bu çerçeve içinde çözmeyi öngörmesiydi. Şimdi bu algıyı uygulamaya dönüştürüyor. Öylelikle ortaya gerçek anlamda bir model dönüşümü çıkacak. Çıkıyor.
Sorun iktidar partisinin bunu gerçekleştirmesi fakat muhalefetin yaşananları algılamamasıdır. Bu da onların bileceği bir iştir.