Kürt sorununun çözümü için ortaya çıkan gelişmeler iki kutuplu bir zemin oluşturuyor. Bir yanda Başbakan Erdoğan'ın DTP ile görüşmesinin ortaya koyduğu, uzlaşma-yumuşama yer alıyor, diğer kutupta da Bahçeli'nin daha sert Baykal'ın daha yumuşak bir biçimde sergilediği menfi tavır. Özellikle menfi tavrın beklenmeyen bir yanı yok. Bundan sonra da bu siyaset daha etkinleşerek devam edecek. Özünde milliyetçi bir anlayış taşıyan Türk siyasetini Bahçeli bu yönde kışkırtarak kendisine yeni bir çıkış yaratmaya çalışacak. Böylece Türk siyasetinin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da milliyetçi-demokratik tutum etrafında geliştiği anlaşılacak. Bu açıdan bakınca Kürt sorunu konusunda menfi manada da olsa ana muhalefet partisinin MHP olduğu belli.
'Yanlış politika'nın yanlışı
MHP'nin tavrının yanlış olduğunu ben kendi payıma söyleyebilirim ve bu tutum bana Kant'tan sonra belli bir felsefe anlayışının en önemli düşünürü sayılan Amerikalı siyaset felsefecisi John Rawls'ın 'yanlış politika' ('politics in the wrong way') kavramını hatırlatıyor. Siyasetin yanlış bir biçimde, negatif bir yolda kullanılması... Ne var ki, sonunda politika politikadır. MHP de bildiğini yapacaktır. Siyasal alanın sektörlerine düşen o siyasetin niçin yanlış olduğunu ortaya çıkarmak, göstermektir.
O noktada çok önemli bir konu gündeme geliyor. Kürt meselesinin çözümünden, o konuda oluşmuş bir iradeden söz ediyoruz ama çözümün nerede olduğu konusunda siyasal iktidar tarafından açıklanmış hiçbir program yok. Bu boşluk MHP tarzı politikaların alan kazanmasına, yol almasına, hatta kamuoyunda belli bir direnç oluşmasına yol açıyor.
Türk sorunu-Kürt sorunu
Gerçekten de zaman yitirmeden açıklanacak olan o politikanın bir özü var. O özü demokratikleşme meydana getiriyor. Bu genel ve soyut bir ifade. Daha somutlaştıracaksak şunu söylemek mümkün: demokratik politika son kertede kimlik politikası demektir.
Kürt sorununa kimlik meselesi olarak bakınca şöyle bir ayrım yapalım: bu iş düne kadar Türk sorunuydu ve kesinlikle Türk etnisitesine dayalı bir modelin Kürtlere kabul ettirilmesini öngörüyordu. Şimdi Kürt sorunu haline geldi ve açıkça Türklerden Kürt etnisitesinin kabulünü bekliyor.
Belki zor, belki ağır, belki sorunlu ama gerçek budur. Demokratik tolerans, uzlaşma, eşitlik, farkların beraberliği ekseninde bu, budur. Dolayısıyla sorun üç konunun halliyle yakından alakalıdır.
Şu üç mesele
Bir, kimlik sorununun özü daima dildir. Tüm uluslar, ulusçu akımlar, Ulusallıklar dil üstünden oluşmuştur. Bugün de Kürtçenin çeşitli düzeylerde öne çıkması (okullarda seçmeli ders olarak okutulması, Güneydoğu'ya giden uçaklarda Kürtçe anonsa yapılması, mahkemelerde Kürtçe konuşmak isteyenlere tercüman aracılığı, vb) bu tartışmanın belkemiğidir.
İki; Anayasada yer alan ve devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür, kabulündeki Türk etnisitesine dönük vurgunun ortadan kaldırılmasıdır.
Üç; yerinden yönetim ilkesinin ulus devlet içinde daha ağırlıklı bir hale getirilmesidir.
Bu üç konu Kürt sorunu denilince karşımızda duran üç maniadır. Herkes onların karşısında kendince bir tavır alır, o ayrı bir konu ama bilelim ki, sorun ve çözüm bu konularda düğümlenmiştir. Hükümetin artık iradeden söz etmeyi bir yana bırakıp şu somut noktalarda somut öneriler getirmesi şarttır.
Çözüm Kaf Dağı'nın ardında değil, önümüzdedir.