Kürt sorunuyla ilgili tartışmada biz iki şeyi birbirine karıştırıyoruz, baştan beri de karıştırdık. İç içe geçmiş, bir yumak haline gelmiş bu iki kavramdan birisi devlet diğeri toplum.
Türkiye'de modernleşme hiçbir zaman toplumun dönüşümünü bir öncelik olarak görmedi. Toplumsal dönüşüm neredeyse doğal ve kendiliğinden kabul edildi. Hak yemeyelim, modernleşmenin öncüleri kendilerine göre bir toplumsal tahayyüle de sahiptiler. İnsanların nasıl yaşaması gerektiğini öngörüyor, o konuda planlar yapıyorlardı. Yoksa kılık kıyafet veya diğer reformlar ne diye yapılacaktı?
Buna rağmen öncelik devletin dönüştürülmesi, devletin modernleştirilmesiydi. Hatta iş o kerteye gelmişti ki, toplumda yaşanan o dönüşüm de devletin bir dönüşümü olarak gösteriliyordu. İşin özü bu modernleşmenin özü, öznesi devlettir.
Ulus öncelikli devlet
Modernleşmenin getirdiği devlet ulus kavramı üstüne oturtuldu. Tek kültürlü, tek uluslu, tek dilli, homojen bir ulusdevlet yaratılmak istendi. Bu o dönemde çok anlaşılır bir şeydi. Fakat burada bir saptama yaparak küçük bir revizyona gitmek istiyorum.
Bizim ulus devlet dediğimiz olgu yeterince açıklayıcıdır ama bunu aynı zamanda ulus toplum diye düşünmek de gerekir. Ulus toplum geçmişten gelen cemaatçi yapının bir uzantısı olarak da telakki edilebilir ve öyle değerlendirildiği zaman modernleşmenin hangi anlama geldiği doğrusu üstünde yeniden düşünülmesi gereken bir sorudur.
Amaç değil araç devlet
Şimdi Türkiye bu yapının dışına çıkmaya çalışıyor. Kürt konusunda geldiğimiz noktayı böyle mütalaa etmekte sonsuz yarar var. Yani, devletin öncülüğünden ve egemenliğinden toplumun gerçekliğine doğru bir dönüşüm.
Bu, tekliğin yerini çokluğun, tekilliğin yerini çoğulluğun almasıdır. Teklik bizde etnik kökenden dile kadar her şeyi kapsadığından bugün o kavramları çoğullukla, çoklukla nasıl bütünleştireceğimizi soruyoruz.
İşte devlet o noktada bir araç olarak önemlidir. Bu da ciddi bir meseledir. Çünkü bugüne kadar öne çıkardığımız varlık araç devlet değildi, amaç devletti. Devlet amaç olunca binlerce sorunu beraberinde getirir. Araç devlet olduğunda hakemdir ve sorun çözücüdür.
Devletin bugün araç olarak, hakem olarak çözmesi gereken tek sorun vardır: farklılıkları, başkalıkları bir arada nasıl tutacaktır? Türkiye'nin bana göre modernleşmesinin bir dönüşümü olan Kürt konusunda bundan sonraki adımların bir kaos getirmemesinin yolu budur: Zıtlıkları uyum içinde bir arada tutmanın mekanizmasını kurmak ve onun sahibi olmak.
Bunun adına devletin demokratikleşmesi de denebilir.
Devletten demokrasiye
Bugüne kadar devletin Kürtleri söz konusuydu. Şimdi toplumun Kürtlerini bu çerçeve içinde konuşabiliriz. Bu demektir ki, eğer Kürt topluluğu hatta Türk topluluğu devlet tarafından kontrol edilen ve kendisine bağlılığıyla anlamlandırılan bir kitle olmaktan çıkarılır, bir toplumsal grubu diğer toplumsal gruplarla her bakımdan eşit bir unsura dönüştürecek bazı düzenlemeler yapılırsa sorun çözülür.
Devletin değil toplumun düzenleyici olmasının önünü açmaktır bu.
Hobbes, devleti kutsadığı Leviathan isimli kitabını bir iç savaş içinde yazmıştı ve o kaostan kurtulmanın yolunu devletin mümkün olan en ileri ölçüde hakimiyeti olarak görmüştü. Çağ değişti. Şimdi, toplumsal sorunları çözmenin yolu olarak devletin dönüşümünü, küçülmesini gördüğümüz ölçüde demokratik ve modern olabiliriz.
Türkiye işte bu yol ayrımındadır