Kürt sorunun bin türlü yanı varsa en önemlisinin 'devletin toplumu'ndan 'toplumun devleti'ne geçmek olduğunu söylemiştim. Bugüne kadar mutlak bir ulus devlet ve onun kurucu etnik kimliği etrafında tanımlanmış devlet yapısıyla onun tayin ettiği, ona bağlı toplum modelinden şimdi farklılıkları, başkalıkları içeren, bir arada olmayı karşılıklılık çerçevesi içinde ele alan ve devleti bu yönde dönüştürmeyi öngören bir iradeye ulaşmaktır bu belirttiğim dönüşüm. Bu önerinin diğer bir adı devletin demokratikleşmesidir. Gene bu nedenle diyorum ki, daha önceki dönemlerde toplumsal çatışma sorunlarının çözümü devletin daha güçlü olmasından geçerken, hatta devletin mutlakiyeti bu konuda bir ön şart meydana getirirken bugün çözüm devletin küçülmesinde, sadece ödünsüz biçimde hakları korumasında, yani demokratikleşmesindedir. Daha okunaklı yazarsam devletin demokratikleşmesi işte budur. Amaç devletten araç devlete geçiş bu oluşumun öteki adıdır.
Bunu Kürt sorunu etrafında gerçekleştirebiliriz. Böylelikle hem Kürt sorununun çözümünde önemli gelişmeler sağlayabiliriz hem de devletin demokratikleştirilmesinde.
O zaman soru çok önemli bir noktada düğümleniyor: bunu kim yapacak?
Devlet ve siyaset
Devlet kendi kendisini demokratikleştirmez. Devlete yön veren, devleti tanımlayan ve yapılandıran siyasettir ve siyasal iradedir. Siyaset bunun için vardır. Siyaset devleti yönetmek, devleti her defasında yeniden kurmak işinin adıdır. Bin türlü tanımı içinde siyasetin en gerçekçi ve işlevsel tanımı budur.
Öyleyse Kürt sorunuyla özdeş hale gelmiş devletin demokratikleşmesini de siyaset gerçekleştirecektir. Siyasal irade bu nedenle önemlidir.
Son günlerde hükümetin bu konudaki girişimleri özellikle de İçişleri bakanı Beşir Atalay'ın yaptığı açıklamalar son derecede önemlidir. Ayrıca Atalay'ın bir çalıştay yaparak aydınlarla, gazetecilerle ve akademisyenlerle bir araya gelmesi bence daha da önemlidir.
Nedeni şu: Tarih belli dönemlerde çok farklı gelişir. Belli siyasetlere hazırlıklı olmadığı misyonları yükler. Farklı toplumsal ve siyasal unsurların çıkarları ve beklentileri, birbirine yapısal ve ontolojik olarak zıt olsalar bile, bir noktada kesişir. Öyle bir aşamada ortada duran sorunu çözmek gerekir, istenir ama yeterli bir birikim olmadığı için bütün o taleplere ve ihtirasa rağmen sorun çözülmeyebilir. Bu yetersizlik metot eksikliğinden kaynaklanabildiği gibi sorunun tatmin edici biçimde tanımlanmamasından da kaynaklanabilir.
Siyasal pragmatizmin yararı
Bugünkü iktidarın, çok doğal olarak, böyle bir yetersizliği olabilir. Bu tüm iktidarlar için geçerlidir. Belli bir siyasal pragmatizm o noktada iktidarın kendisini dışa açmasını ve farklı çevrelerin görüşlerini ve çözüm önerilerini almasını ön gerektirir. Kürt sorunu gibi kapsamlı, acılı, yıldırıcı bir sorun karşısında bu koşul haydi haydi geçerlidir. O kadar geçerlidir ki, hepimizin Kürt sorunu dediğimiz bu sorunun ne olduğunu dahi yeterince tanımlayamamak söz konusu olabilir.
Tam da şu yazıda tarif ettiğim bu şart içinde olmadığımızı kim söyleyebilir? Kürt sorunu dediğimiz zaman bundan ne anlıyoruz, toplumun değişik odakları bu konuda bir zihin berraklığına sahip midir, herkes bu kavram geçtiğinde neyin çözülmesi gereken sorun olduğunu biliyor mu?
Kabul edelim ki, bu soruların yanıtı olumsuzdur. O bir yana bazı siyaset ve toplum odakları ise o bulanıklığın devam etmesinden yanadır.
Şimdi siyasal iktidara da, referans gruplarına da, kanaat önderlerine de düşen somut ve gerçekçi bir tanıma gitmek ve çözümü o çerçeve içinde aramaktır. Bu nedenle de katkı yapabilecek her kesimin sesine ama öncelikle Kürtlerin sesine kulak vermektir. Başbakanın son açıklaması bu açıdan hayati derecede önemlidir.
Ben kendi tanımımı ve önerilerimi Cuma günü yazacağım.