İran'daki olayları anlamak ancak gündeliğin dışında kalan unsurları gözden geçirmek, olaylara tarih ve siyaset perspektifinden bakmakla mümkün. Biz de öyle yapalım ve meseleyi bugün bambaşka bir yönüyle, İran modernleşmesi ve onun demokrasiyle olan ilişkisi açısından sorgulayalım.
Türkiye, İran ve modernleşmek
Türkiye bu devletle çok önemli (bir kısmını şimdi hiç hatırlamadığı) bağlara sahiptir. Her şey bir yana İran son kertede (biraz da zorlayarak söylersek) Türklerin kurduğu bir devlettir ve Osmanlı sarayı da Anadolu toplumu da kültürünü meydana getiren unsurların çok büyük bir bölümünü Araplardan değil İran sarayından ve Fars dilinden almıştır.
Daha sonraki dönemlerde de Türkiye ile İran çeşitli düzeylerde karşılaşmıştır. Bu tarih çok az incelenmiştir. Ama 1906'da İran'ın geçirdiği devrim, öncesinde İranlı devrimcilerin Abdülhamid İstanbul'una sürgüne gönderilmesi, sonra 1908 Jön Türk devrimi, Türkiye'nin yaşadığı modernleşme atılımı, İran Şahı'nın aynı yol ve yöntemi izlemek istemesi... (Touraj Atabaki'nin kitapları bu etkileşimi irdeleyen tek kaynaktır.)
Bu tarih bizi ilginç birkaç kavşağa getiriyor ve şöyle bir soru sormamıza yol açıyor: Bu derecede yakın özellikler taşımasına rağmen İran siyasal modernleşmesi neden Türk siyasal modernleşmesinden bu ölçüde farklı sonuçlar verdi? Sayısız neden var bu sonucu doğuran. Ama en önemlisi belki de Atatürk'ün İran Şahı'na verdiği 'öğüt'tür: laikliği uygulamak. İran laikliği kurumsal hale getirmediği için daha sonra İslami-teokratik bir düzene geçti.
İslam ve reform
Buradan Türk modernleşmesi en doğrusudur, laiklik zorunlu bir koşuldur diye bir sonuca ulaşmak istemiyorum. Ama determinist bir gerçeğe de göz kapamak mümkün değil. Batı tipi modernleşme ve demokrasi laikliği önemli bir parametre haline getiriyor. Onun olmadığı bir toplumda da demokrasi olabilir ama o demokrasinin "Batı tipi" olmayacağı aşikârdır.
Şuraya gelmek istiyorum: laikliğin olmadığı ve teokratik bir demokrasinin hâkimiyeti altındaki İran'da bugün yaşanan kalkışmayı bir demokrasi veya İslam dışı bir rejim arayışı diye nitelendirmek doğru olur mu?
Olmaz! İran halkı bugün İslam dışında bir modeli ancak çok küçük bir azınlığıyla istiyor. Büyük kesim daha demokratik bir düzene geçmenin peşinde. O düzen de kendi iradesinin sandığa yansıdığı bir düzendir. Hatta buradaki reform kavramının bile ben çok fazla bir anlam taşıdığını sanmıyorum. Reform ancak verili, kurulu yapı içinde bir dönüşüme işaret ediyor ve şunu unutmamak gerekir ki, karşımızda halkın iradesine ambargo koymuş bir rejim var. Tepki doğrudan o rejime dönüktür ve onun aşılması içindir.
Teokrasi ve siyasal bilinç
Bu hususları yerli yerine oturttuktan sonra şuraya gelelim: İran'daki sokak hareketleri nedir? Türkiye, oradaki rejim değişsin diye gözünü kulağını ve elini açmış bekliyor ama şunu unutuyor ki, o kalkışma İran halkının siyasal bilincinin bir göstergesidir. Belki küçük bir çevre için geçerlidir bu söylediğim ama geçerlidir. Türkiye'de teokratik İslami rejim diye küçümsenen o rejim hem de molla-medrese eğitimi içinde analitik-sorgulamacı bir anlayışa sahiptir. Din ve İslam hukuku temeline oturan o eğitim halka ve topluma sorgulamacı bir bilinç verir. Bu, Batı örneğine benzemez ama kendi içinde bu nitelikleri taşır. İran devrimi de toplumu da çok seslidir. Sokaktaki insanın kültürü öyle yabana atılamaz.
Eğer demokrasiyi konuşuyorsak İran'daki rejimin istediğimiz tarzda bir demokrasiye dönüşüp dönüşmeyeceğini bir yana bırakıp bizatihi bu olayların demokratik bir tepki olduğunu, Türkiye'de hiç mi hiç görülmediğini konuşalım öncelikle. Belki o zaman 1979 devriminin bir tesadüf olmadığını ve İran halkının siyasal bilincinin somut göstergesi olduğunu anlayabiliriz.
Kısacası, demokratik talep ve zulme direnmek, devrim bilincine sahip olmak laiklikle ve demokratik bir toplum olmakla ilgili değildir. Bilmem bize kendimize ait bir şeyler hatırlatır mı bu söylediklerim?..