Bu satırları yazmadan önce internette BBC ve NY Times sayfalarına baktım. İkisi de İran'da yapılan seçimleri Ahmedinecad'ın % 63 dolayında bir oyla kazandığını belirtiyordu. Buna karşılık rakibi Musavi % 34 oy almıştı. Belki oranlar biraz değişir ama seçimi kimin kazandığı kesinleşmiştir. Her zaman olduğu gibi, bundan sonra bir süre seçime dönük spekülasyonlar devam etse de Ahmedinecad bir dönem daha İran'ı yönetecektir. Şimdi iki şeye bakmak gerekiyor. Bu yönetim ne anlama geliyor ve bu seçime damgasını vuran 'reform' ne ifade ediyor? Önce ikincisinden başlayıp reformu tartışalım.
İran'da devrim yapmak
İran 30 yıl önce kimsenin beklemediği bir devrimi gerçekleştirdi. Daha doğrusu devrim bekleniyordu da bir İslam devrimi olacağı kimsenin aklından geçmiyordu. O dönemde Batı basınında çıkan değerlendirmeleri içeren bir kitap var önümde. Neler yazıldığına gülerek mi baksam ağlayarak mı bilmiyorum. Batı basını devrimin geldiğini görmüş ama onun bir İslam devrimi olarak sonuçlanacağına zerre kadar ihtimal vermemiş.
Ayetullah Humeyni'nin sürgünden dönmesiyle İran büyük ve uzun tarihinde önemli bir dönemeç aldı ve bugüne kadar kesintisiz devam eden İslam devrimini başlattı. (Bu dönemi de anlatan Peygamberin Hırkası'nı okumanın tam zamanı -
Bilgi Üniversitesi Yayınları.) Zaten karmaşık bir dünyanın ortasına doğmuştu ve varlığıyla dünyanın 1980 sonrasında daha da çetrefilleşmesine yol açtı. Aradan bunca uzun süre geçtikten sonra her seçimde "reform yanlıları" nın kaybedip daha radikal olanların seçimi kazanması bugün dünyanın üstünde düşündüğü bir olgu.
Reform Batı ve Amerika
Nedir bu sonucu doğuran derseniz işte o "reform" denilen sihirli sözcüğe el atmış olursunuz. Reform devrimin kendisini dışa açması anlamına geliyor büyük ölçüde. Demokratikleşme her zaman olduğu gibi uzun açıklamaların kısa anlatımı. Yani eğer devrim kendi muhaliflerine de onun sadık yandaşları kadar kendilerini ifade etme imkânı verirse reform oluşmaya başlayacak.
Oysa şurası bir gerçek ki, İran çok uzun bir süredir bütün devrimler gibi gitgide daha fazla kendi içine kapanıyor. Her devrim gibi o da orta sınıflara dönük bir popülizmle iç içe geçiyor. O da diğer devrimlerden esinlenerek daha ulusalcı bir çizgiye oturuyor. Ahmedinecad'ın seçilmesindeki en önemli amil budur. Aydınların ve daha kentli burjuvazinin yenilik taleplerine karşılık büyük popülist kitle onun etrafında kenetlendi.
Bunu doğuran en önemli faktör ABD'nin bu ülkeye dönük talepleri ve onu rencide eden politikasıdır. Dışarıdan gelen, emperyalist olduğu belirgin bir yaklaşımın İranlı'nın üstünde yarattığı tepki reform sözcüğünün içeriğinde yer alan "Batılılaşma" ya da "Batı'ya benzeme" duygusuna bir tepki meydana getiriyor.
Ama acaba yarın...
Bundan sonrası bugünden farklı olacak mı? Öyle görünüyor. Eğer Obama bugüne kadar sürdürdüğü politikayı Bush çizgisinden gitgide uzaklaşarak uygulamayı sürdürürse Ahmedinecad'ın yalnızlaşması kaçınılmazdır. Bölgede İslam'ı siyasallaştırarak devrim ihracına dayalı bir politikayı daha fazla götüremeyecektir İran Cumhurbaşkanı. O nedenle de yeni dönemin kilit noktası Afganistan olacaktir: İran politikalarının "hinterland"ı olarak Afganistan.
Kritik soru şimdi şu: yeni dönem eğer Batı'nın İslam'la barışmasını doğuracaksa böyle bir gelişme İran'daki rejimi büsbütün yerleşik hale mi getirir yoksa onu bir sarsıntıya, bir çözülmeye mi uğratır? Bu sorunun yanıtını henüz bilmiyoruz. Ama öyle görünüyor ki, İran kadınlarıyla, aydınlarıyla, yeni arayış ve talepleriyle bölgenin en dikkat çekici unsuru olmayı sürdürecektir.
İran'ı izleyeceğiz.