Basında Fehmi Koru, İsmet Berkan, Şahin Alpay, Soli Özel (adını anmadıklarım beni bağışlasınlar) YÖK'ün Sabancı Üniversitesi'yle ilgili dayatmasına karşı çok güzel, çok önemli şeyler söylenen yazılar yazdı. Bir SÜ öğretim üyesi olarak onlara müteşekkirim. Fakat burada o sıfatımla değil doğrudan doğruya bir "kamusal aydın" olarak düşüncelerimi yazacağım.
Eski YÖK Başkanvekili Prof. Aybar Ertepınar, yaptığı açıklamada (Radikal, 5 Haziran 2009) çok önemli şeyler söylüyor bu konuda ve SÜ'de uygulanan modelin çok önemli olduğunu, bugünkü YÖK talebinin ilgili mevzuatın "çok katı bir yorumu"na dayandığını belirtiyor. Bu "çok katı" değerlendirmesine daha fazla bir şey eklemek istemiyorum. Bu bir "temyiz"dir.
Çok iyi işleyen, hepsinden önemlisi öğrencilerine kendilerini tanıma, ne yapmak istediklerini sınayarak öğrenme ve bilme, çalışacakları alanı özgürce seçme olanağı veren bir sistem hangi gerekçeyle ortadan kaldırılabilir? Allah aşkına diğer üniversitelerde bu yöntem yoktur demek hangi mantığa sığar? SÜ'ye girmek sadece belli öğrencilere verilmiş bir imtiyaz mıdır ki, eşitsizlik yapılsın? Kapımız ilgili koşulları yerine getiren kime kapalı olmuştur?
Ayrıca devam edeyim: bu üniversitedeki eğitim "sistemi", öğrenci izleme süreçleri, öğrenci/hoca oranı, sınıf sayısı, altyapı olanakları, öğretim üyelerini değerlendirme yöntemi, okulun kendisini sınama modelleri, akademik kriterler görmezden gelinebilir mi? Bu özellikleri üniversitenin şimdi tartışılan bölümsüzlük, çalışma alanını özgürce seçme imkânından ayrı olabilir mi?
Bu tartışmanın YÖK tarafından layıkıyla anlaşıldığına ve kapandığına inanıyorum ben. Ama şu noktayı biraz daha irdelemeden geçmeyeceğim.
Yeni dünya eski zihniyet
Sorun SÜ değildir. Bugünkü tartışmayı diğer yazarlar da ben de bir zihniyet tartışması olarak sürdürüyoruz. O zihniyet yukarıda geçirdiğim özgürlük, seçim, kendini tanıma gibi kavramlara karşı olmak, herkesin dipte, neredeyse çaresizlik noktası denebilecek bir yerde eşitlenmesi anlayışıdır.
YÖK, Türkiye'de bir 12 Eylül kurumu olarak doğdu. Maksadı devletçibürokratik bir denetim mekanizması kurmaktı. Her şeyi bir hizaya getirmekti. Bugün gelinen noktada ben herkesten biraz farklı düşünüyorum ve YÖK'e bir gereksinim olduğu kanısındayım. Ama bu ihtiyaç asla bir zihniyet kategorisi oluşturma çabasını içermemelidir.
Üniversite, çeşitlilik, farklılık, hatta aykırılık üstüne oturur. Bu bakımdan SÜ'nün akademik özgürlük belgesi ve politikası yok sayılabilir mi? Dolayısıyla şu andaki tartışma da bir özgürlük veya özgürleşme tartışmasıdır. Homojen, üniform, standart bir anlayışla ona karşı çıkan özgürleştirici bir model arasındaki zıtlıktır bu. Bürokratik ortalamacılığa (mediokriteye) karşı özeleştiri, denetim ve süreç oluşturarak mükemmelleşme arasındaki çatışmadır.
Şunu belirteyim: bugünün dünyası yaratıcılık, buluşçuluk, yenilikçilik üstüne oturuyor. Böyle bir dünyada bürokratik kuralcılığın, mevzuatların, "katı yorumların" yeri olmadığı için çok mutluyum. Bilginin bütün dar ideolojik kalıpları ve mutlakiyetçi bilgi rejimlerini aştığı, sınırsız özgürlük yarattığı bir dünyada bilimin asıl meselelerinden birisi bilme yöntemlerini tartışmak, sınırları ve engelleri kaldırmak, yeni bilgi üretim teknolojileri kurmaktır. Böyle düşününce bilim dünyasını mevzuatla sınırlamak ve mesela youtube'u yasaklamak şaşırtıcı gelmiyor mu?
Tartışmanın özü "eşitlik" mi? Ben hiç sanmıyorum. Çünkü SÜ öğrencileri kimsenin eşit olma hakkını ortadan kaldırmıyor ama öyle olsun. O zaman şunu söyleyeyim: YÖK, eşitliği tüm öğrenciler için istesin, bütün öğrencilere yaysın ve SÜ'de uygulanan yöntemi bütün üniversitelerde uygulasın. Böylelikle YÖK'ün de kendisini değiştireceğine ve Başkan'ın SÜ hakkında ifade ettiği görüşe geleceğine eminim.