Biz Türkiye'de kendi meselelerimize boğulmuş yaşarken Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı. Sonuçlar İngiltere, Fransa ve Almanya hatta Avusturya, Danimarka ve Macaristan açısından iç açıcı değil. Bu kötümser tabloyu adı geçen ülkelerde sol ve liberal blokun yitirdiği büyük oy oranı hazırladı. Parlamento söz konusu olduğunda sosyalistler % 5.7, liberaller % 2 oy yitirdi. Sadece Yeşiller oylarını % 1.6 artırdı. Sonuç olarak AP'de 182 Sosyal Demokrat, 296 Muhafazakâr, 80 Liberal Demokrat, 48 Yeşil milletvekili var.
Ülkelere göre bakarsak durum büsbütün vahim. İngiltere'de Muhafazakârlar 24, Avrupa Karşıtı Parti 13 milletvekili kazandı. SD'lar 11, LB'ler 10 sandalye elde etti. Fransa'da Sağ Birleşik Parti 30, SD'lar 14, Çevreciler 14, LB'ler 6 mv kazandı. Almanya'da ise Hıristiyan Demokrat Parti 42, SDP 23, Yeşiller 14, LP 12, Radikal Sağ 8 sandalye çıkardı. Neresinden bakılırsa bakılsın sağ partilerin damgasını vurduğu bir sonuç.
Ne güven ne katılım...
Seçimlerin iki önemli sonucu daha var.
Birincisi, AP'nin 1979'dan bugüne kadarki tarihinde en düşük katılım yaşandı. Dünyanın her yerinde düşük katılımlı seçimlerde sağ öne çıkar, sol geride kalır. Bu defa da bu kural işledi. İkincisi, bu durumu hazırlayan gerekçe, yani seçmenin siyasete güvenmemesi. Devam eden krizin seçmende siyasete bir güven bırakmadığı vurgulanıyor. Şimdi öne çıktığı görülen sağ partiler üstünde de bu durum bir etki meydana getiriyor. Onlar da bu seçimlerde oy yitirdi. Kısacası bir seçmen tepkisinden söz edilebilir.
Şu sorulabilir: madem ki böyle bir tepki vardır, hatta bugünkü krizi de sağ partiler yaratmıştır, ne demeye sol böyle bir yıkıma uğradı? Cevap çok açık: kriz ortamlarında seçmen dönemin sonuna kadar gitmek istiyor. Su geçerken at değiştirmekten korkuyor. O halde işlerin daha da sarpa saracağından endişe ediyor. Gene öyle olduğu açık. Seçmen krize karşı önlemler almış hükümet partilerine her şeye rağmen bir kredi açtı. Bütün bunlardan sonra soru şu: acaba kriz ağırlaşırsa, kitleleri daha da etkilerse sol bir kayma ortaya çıkar mı?
Henüz bu sorunun yanıtını bilmiyoruz. Problem de o: içinde yaşadığımız dünyaya sol bir gelecek tasavvuru sunabiliyor mu? Düşünmemiz, tartışmamız gerekiyor ama sonucun sol lehinde olması dünyada ciddi bir model değişikliği meydana getirecektir; o kesin. 1979'da başlayan büyük sol kayma belki de bu şekilde sona erecektir. Fakat henüz bu konuda açık bir şey söylemek çok zor.
Peki, ya biz?
Sonuçların Türkiye bakımından önemi ortada. Türkiye'yi AB tam üyeliği için destekleyenler ağır bir yenilgi aldı. Türkiye karşıtları mecliste büyük bir çoğunluğa sahip. İşimizin zor olduğunu artık sağır sultan da biliyor. Buradan bir çıkışın yakalanması çok zor görünüyor. Hele ırkçı ve radikal sağı da ekleyince Türkiye'nin mücadelesi daha da zorlaşacak.
Şunu da belirtelim: İngiltere'de oluşan sonuç iş başındaki İşçi Partisi'ni o kadar ürküttü ki, Lizbon Antlaşması'nın halkoyuna sunulmasından, reddedilmesinden söz edilir oldu. Yani, bırakın Türkiye'yle olan ilişkilerini AB'nin kendi iç ilişkileri de gitgide daha karmaşık bir hal alıyor.
Bu durumda bizim yapmamız gereken bir tek şey var: hız kesmeden yola devam etmek. Avrupa'daki sağ hareket kendi sonuna yaklaştığında kimsenin kuşkusu olmasın sağ değerlerin engellediği Türkiye-AB bütünleşmesi çok daha kolay bir biçimde gerçekleşecektir.
Yeter ki, biz o gün hazır olalım.