Kafka'nın Dava isimli romanında anlattığı bir oyku son dönemde yaşanan türban yasağını kaldırma yöntemi konusundaki tartışmaları ele almak için hem çok yararlı hem olağanüstü lezzetli bir öykü.
Açık kapıdan geçemeyenler
Son dönemde ne yazmışsa onu çarpıcı bir felsefe metnine dönüştürmeyi başarmış İtalyan düşünür Giorgio Agamben'in Kutsal İnsan isimli kitabında aktardığı öykü şudur.
Taşradan bir adam gelir ve simgesel bir kapının önünde durur. Kapı açıktır. Adamı o kapıdan geçmeye men edecek hiçbir şey yoktur. İşin garibi ortada bir kapıcı vardır. Fakat o da dur dememektedir. Adam kendi zihnindeki varsayımlardan ötürü eşiği atlamaz. Madem der başkaları hukuk kapısından geçmedi, geçemedi ben de geçemem.
Bu durum üstüne sadece Agamben değil, Derrida, Cacciari gibi farklı alanlarda çalışan felsefeciler de düşünmüştür. Fransız yapısöküm (dekonstrüksiyon) felsefecisi Derrida, ilginç bir yorumda bulunur ve 'hukuk kendisini korumayarak kendisini korur' der. Agamben'in haklı olarak belirttiği gibi, Cacciari daha farklı bir yorum içindedir ama çok da aykırı bir noktada değildir. Cacciari'ye göre ' hukukun gücü zaten açık olan bir şeyi açmanın ve zaten içinde bulunulan bir yere girmenin imkansızlığında yatıyor'. Sonra da önemli saptamasını yapar: ' açık olana girmeyi nasıl umabiliriz? Açık alanda şeyler zaten yerindedir ve biz buraya giremeyiz... Biz sadece açabildiğimiz yerlere gireriz. Açık olan şey bizi kımıltısız bırakır. Taşradan gelen adam kapıdan geçmiyor çünkü daha baştan açık olan bir yerden geçmek varlıksal (ontolojik) olarak imkansızdır .' Agamben ise son noktayı koyar: hukukun en güçlü olduğu hal, hiçbir şeyi emretmediği, her şeyi yasakladığı haldir .
Açık olanı açmak
Şimdi devam edelim ve acaba bu anlatılanların bizim türban yasağı dediğimiz, yasak haliyle de kaldırılması halinde de sorun yaratan olguyla ilişkisi var mıdır, ona bakalım.
Ortada bir 'sorun' var. Çünkü olmayan bir yasağı kaldırmaya çalışıyoruz. Olmayan bir yasak şudur: sokakta ve gündelik hayatın her alanında serbest olan türban üniversite 'kapısından' geçince yasaklanmaktadır. Bu nedenle türban yasağını kaldırmakta zorlanıyor o özgürleşmeyi nasıl düzenleyeceğimizi bilemiyoruz çünkü, zaten kapı açıktır ama biz içeri girmiyoruz, giremiyoruz.
Bir kapı örmek
Fakat kapıdan 'girememek' yani yasağı kaldırmak sadece bir ' zihniyet durumu' değil.Çünkü, üniversitelerdeki türban yasağının bir anayasa değişikliğiyle kaldırılması bizzat anayasa değişikliği sürecine doğrudan katkıda bulunmuş akademisyenler tarafından da tepkiyle karşılanıyor ve eleştiriliyor. Nedeni, 'özgür bırakılan' türbanın, hem dinsel hem de siyasal bir simge olarak türban takmayanlar üstünde baskı yaratacağından kaygı duyuluyor. Henüz yeterince ayrıntılandırılmasa da karşı yönden, yani türban takmayanlar cephesinden, gelecek hukuki müdahalenin uluslararası norm ve mevzuat çerçevesinde karşılık bulacağı ve bunun da yeni bazı toplumsal gerginliklere yol açacağı varsayılıyor.
Kısacası fiili olarak mevcut olmayan, ikisi de tasarımsal olan iki durumdan hareket ederek bir sorunu çözmeye çalışıyoruz: önce olmayan bir yasağı kaldırımaya çalışıyoruz. Sonra da doğabilecek bir tehdite karşı önlem alıyoruz. Bu bir imkansızlık noktası mıdır? Hayır, değildir; yasak olmayan yasak zaten kalkacaktır; birisi yürüyüp kapıdan geçecektir. Asıl önemli olanı diğer durumdur; serbest bırakılan türbanın yarattığı tehdide karşı önlem almak!
Şaşırtıcı gelmesin bu durum. Agamben'in muhteşem kitabı zaten bize hukukun 'görünmeyen' meselelerle ilgilendiğinde hukuk olduğunu ve hukukun bir egemenlikbir iktidar alanı yaratmak olduğunu öğretiyor.
Egemenlik ise yasaklamakla ilgili bir şeydir.
Belki devam ederiz...
Not: Cumartesi günü tamamıyla bir bilgisayar karışıklığı yüzünden eski bir yazım yayımlandığı için okurlardan özür dilerim.