İstanbul'da, kendisi başlı başına bir mucize olan Bilgi Üniversitesi'nin, Silahtarağa yerleşkesindeki Santral İstanbul sergi mekanında Modern ve Ötesi isminde çok önemli bir sergi devam ediyor. Sergi 1950 ile 2000 arasındaki Türk resim ve heykelini kapsıyor. Sergi bu işle uzaktan yakından ilgili herkesin görmesi, hatta uzun uzun incelemesi gereken bir çalışma. Ayrıca sergiyle birlikte büyük bir katalog da yayınlanmış.
Bu serginin farklılığı
Daha önce 1950-2000 başlığını taşıyan bir Merkez Bankası Koleksiyonundan Seçmeler sergisi düzenlenmiş ve katalogu basılmıştır bir de Galeri Nev'in bu başlıkla çıkardığı iki ciltlik çok güzel bir yapıt vardır. Mevcut sergi özellikle 1990'lardan sonra önde gelen ve şimdi çağdaş sanat diye adlandırdığımız sanatın somut ve önemli örneklerini içeriyor. Bu bakımdan serginin ilk bölümü ansiklopedik bir özellik taşırken ikinci bölümü değişimin ve kırılmanın kaynaklarını gösteriyor. Sergi insanın aklına birçok soru getiriyor.
Türk modernizminin 'farkı'
Bir Türk modernizmi var mı? Sergi öncelikle bu soruyu açıyor. Bana kalırsa var; fakat bunun 'başlangıç' dönemi 1950'ler değil, 1930'lar. O da resimde değil daha ziyade mimaride oluşmuş bir 'durum'. 1950'ler bence Türkiye bağlamında 'bazı modernitelere' tekabül ediyor ama onları modernizm olarak kabul etmek hele dünyada o sırada devam eden sanatsal hareketler açısından tam bir uyuşmazlık (anakronizm) örneği. 1950'lerde Türkiye'de hala 1890'ların Cezanne'ı gibi resim yapanlar var, hala Cezanne anlayışından Kübizme kaymaya çalışanlar görülüyor.
Yerellik ve figürcülük
Asıl mesele yapıtların kendileri değil. Onların 'öyle' yapılmasını sağlayan düşünsel, tarihsel kaynaklar. Onların üstünde düşününce bu modernizmin evrensel olamadığı, olamayacağı anlaşılıyor. Bizim modernizm ' bize özgü'lükle ve ' yerellik' le sınırlı kalıyor. İkincisi, Türk resminin bu yöndeki gelişimini engelleyen çok önemli bir kısıtlama onun başlangıcından beri figüratif ve anlatımcı (öykülemeci) bir yöntemle bütünleşmesi. Bu, görselliğin kendi dışına doğru açılmasını ciddi olarak engelleyen bir olgu. Sergide bu da açık bir biçimde görülüp anlaşılıyor.
Modern ötesinin ayrıcalığı
Üçüncü unsur benim temel tezim. 1980 sonrasında Türkiye'de üretilen görsellik iki önemli kırılma yaşar . İlki Bedri Baykam gibi ressamlar aracılığıyla Batıyla eşzamanlı olur. İkincisi, çağdaş sanat çok ciddi bir dönüşüm getirir. Modern estetik, gücünü ve anlamını Kant'ın felsefesinden alır. Bu anlayışa göre sanat yapıtı bizden uzaktır, yücedir, bizde yücelik duygusu uyarır. Oysa çağdaş sanat sanatın bu dokunulmazlığını aşar. Onu gündelik meselelerin içinden üretir. Biçimden öze kayar. O bakımdan da modernle modern sonrası artık bir bağlamda sergilenecek iki yaklaşım değil . Ayrıca, Türk modern görselliğinin kendi görsellik tarihimize dönük bir kaynak arayışı olmadı; bundan sonra hiç olmayacak. Bugünün sanatçıları bakacaksa gene Batılı sanatçılara bakacak ve onlardan öğrenecek.
Metin ve bağlam
Bence bunlar eldeki metinlerde tartışılmalıydı. Bu modernizmin dinamiklerinin, özellikle Kantçı, Baudelaireci bir çizgide neye tekabül ettiği irdelenmeliydi. Ama eldeki metinlerde (1980 sonrasını irdeleyen Fulya Erdemci'nin çalışmasının farklılığı dışında) bunu bulamıyoruz. Bunu yapabilecek olan metin yazarlarından mesela Orhan Koçak' ın yazısında da üslup analizlerine dönük, bence gereksiz ve sonunda sanatı bir hayli 'romantik' bir bakış açısıyla ele alan, Türk modernleşmesini eşdönemli mukayeselerden uzak tutan bir kurgu var. Anlaşılan sanat eleştirisi Türkiye'de yeni bir oluşumu artık şiddetle gereksinmeye başlamış bulunuyor.
Evet, tüm bunları tartışmanın yolu, sergiyi görmekten geçer!