Hala saklıyor mu bilmem ama ben Vitali Hakko'yla ilk kez 1980'lerin sonuna doğru tanıştığımda, annemin, o sıralarda kullandığı taş gibi, solgun, krem rengi, üzerinde gene solgun kırmızı gül desenlerinin bulunduğu yünlü eşarbı Vakko markasını taşıyordu ve 1940'ların İstanbul'undan alınmıştı. Vitali Bey, cin gibi, biraz bilmiş, biraz küskün, biraz alaycı gözleriyle beni süzerken, argo deyimiyle benim "ölçümü alırken" kendisine bunu söylemiştim. Pek aldırış etmemiş, elimizdeki işi konuşmaya başlamıştı.
Göbek atan o adam
Aradan bir süre daha geçti, 1989 Ekim'inde adını şimdi Beyoğlu Yaşatma Derneği diye hatırladığım bir kuruluşun Çiçek Pasajı'ndaki gecesine katılmıştım. Ben İstanbul'a Türkiye'den ayrılan bir dostumu yolcu etmeye gelmiş, geceye de o davetli olduğundan çaresizce gitmiştim. Bütün o tür gecelerde olduğu gibi çok sıkılmıştım ama masada anlatılanlara gülmüştüm de. Herkes tam ayrılmak üzereyken sokağa çalgıcılar girmişti. Kalabalığın arasında Vitali Bey'i gene çok şık kıyafetleri içinde, kısa boyu ve muzip çehresiyle, tam kelimesiyle söyleyeyim, şakır şakır göbek atarken görmüştüm. Hiç sevmediğim bu hal belki ona çok yakıştığından, belki öyle bir yerde böyle bir şeyi yapmasındaki şehirli medeni cesaretini gördüğümden hoşuma gitmişti.
Ankara'nın kalbi Vakko
Ondan sonra kendisini galiba hiç görmedim ama bir dönem Vakko'ya çok sık girip çıktım. Türkiye 1980 "dönüşümünü" yaşamaya başlamış, lüks tüketimi keşfetmişti. Vakko da buna paralel açılımlar yapıyordu. Ankara'da, Meşrutiyet Caddesi'nin köşesindeki binada bulunan sanat galerisi bir dönem bir hayli etkindi. En üst katında da bir kafe ve kıvır zıvır satan yer vardı. Ankaralılar öyle bir yerle ilk kez orada karşılaştı. Zaten Vakko'dan alışveriş yapmak demek biraz da bir okulda eğitilmek gibiydi. O yılların tarzına uygun giyim kuşamı alışveriş ekibi insanlara anlatırdı. Daha sonra Vakko'yla hiç ilişkim olmadı, kalmadı. Yalnız Ankara bürokrat ve politikacılarına bakardım. Kimin oradan giyindiğini derhal anlardım. Vakko biraz "standart" bir yere dönüşmüştü.
Öğrenen burjuvazi
Evet, öğrenmek!
Vitali Bey'in ardından yazılanlara bakınca, Hayatım Vakko, güzel isimli hoş kitabını okuyunca insan, Vakko'nun macerasıyla Türk modernleşmesine ait maceranın üst üste çakıştığını görüyor. Her şeyi öğrenen, bir "öncüler" toplumunda Vakko da bir öncü ve öğretici. Vakko'nun arkasında şapka devrimi yani bir "yeni hayat tarzı" var. İkincisi ve daha da ilginç olanı, hiç adını koymuyoruz ama, bunu, Türkiye'nin geniş ölçüde gayrimüslimlerden öğrenmesi. Çok zamanlar komprador burjuvazi dediğimiz bu kesim böyle ve çok unutulmuş bir işleve de sahip Türkiye'de. Nasıl ekonomik olarak bir burjuvazi yaratılmışsa bu ülkede, aynı şekilde o burjuvazi eğitilmiştir de ve işte o işlevi yerine getiren şah yani tek kurum lamı cimi yok, Vakko'dur .
Başka bir kent olunca...
Nitekim Vakko'nun 1990'larda gerilemese bile yavaşça geriye çekilmesi bu açıdan çok anlamlı görünüyor bana. Markanın "kral" olduğu bir dönemde, her şeyi kendinde toplayan Vakko'nun yerini artık her birisi bir dünya markasına dönüşmüş butikler aldı. Zaten o da Ankara'da, İstanbul'da şehri bıraktı, gidip alışveriş merkezlerine kapandı. Oysa bugün İstiklal Caddesi eğer trafiğe kapalıysa bu Vitali Bey'in gayretleri sonucudur ama sonunda aynı caddenin halinden yakınan ve beklentileri karşılamadığını söyleyen de oydu. Yani, onun beklediği seçkinci şehirlilik yönündeki gelişme, yerini lümpentaşralı şehirlilik yönünde bir gelişmeye bırakınca Vitali Bey yakınmaya da başlamıştı.
Bu doğrudur, yanlıştır ayrı mesele ama bir gerçek ve Vitali Bey'le birlikte benim sindirilmiş şıklık dediğim tarzın ortadan kalktığı, burjuvazinin dönüştüğü, farklılaştığı da bir o kadar gerçek. Bence Vitali Bey sonunda salaşlığın şıklık diye sunulmasına ve eğreti şıklığın tahakkümüne tahammül edememiş, kalbi ondan durmuştur.