Türkiye yeni bir anayasa tartışmasıyla iç içe. Buna sevinmek gerek. Daha önce yazdığımız gibi ilk kez bu ülkede 'sivil' bir anayasa çalışması yapılıyor. O bakımdan sabırlı olmalı. Fakat sevinç ve sabır, hazırlanacak anayasayla ilgili çok önemli bulduğumuz bazı saptamaları yapmaktan da kimseyi alıkoymamalı.
Türban ve anayasa
Çok önemli bir konu onların başında geliyor. Anayasa tartışması denilen şey, şu anda, bütünüyle, laiklik konusuna, hatta ondan da daha fazla türban konusuna indirgenmiş durumda. Bir de anayasanın ideolojik olup olmayacağı tartışıldı. Bunların dışında anayasanın en genel anlamda daha fazla demokrasi, sivilleşme, özgürlük içereceği konusunda, değişikliklere bu amaçları sağlamak için gidildiği yönünde herhangi bir duyarlılık söz konusu değil. Öyle görünüyor ki, hükümetin de ana hedefi, kendisini bir hayli sıkıştıran söz konusu türban sorununu bir anayasa değişikliğiyle aşmak.
Türban da laiklik de önemli konulardır. Türkiye her iki konuda da açık ve ciddi çelişkiler, iç gerilimler yaşıyor. Bu bir gerçek ve toplumun, iktidarların bu sorunlara bir çözüm bulmak yükümlülüğü var. Bununla birlikte anayasa tartışmasının bu noktaya yoğunlaştırılmasını, öylece de daraltılmasını kabul etmek olanaksız. Çünkü, Türkiye'nin türbandan önce doğrudan doğruya bir anayasa sorunu vardır. O sorun öncelikle bir egemenlik ve özgürlük sorunudur. Dolayısıyla işi tersine çevirmek ve şöyle söylemek mümkün: özgürlük, sivilleşme ve onlara bağlı diğer kavramlar etrafında tarif edilen bir anayasa değişikliği ve tartışması türbanı da laikliği de kapsar. Ama sadece türban ve laiklik üstünden giden bir anayasa değişikliği özgürlükleri, egemenlik sorununu kuşatamaz. Şimdi bu söylediklerimi biraz genişleteyim.
Anayasa ve egemenlik transferi
Anayasa dediğimiz metin, başından beri, bir sözleşmedir: devletle toplum arasında yapılmış bir sözleşme. Arada bir sözleşme yapılmasını gerektiren husus egemenlik konusundan kaynaklanır. Anayasa, başlangıçta hakim ve mutlak olan devletin elinde tuttuğu yetkiyi artık topluma aktarmasıdır. Anayasa bir yetki (egemenlik) transferidir.
Türkiye'de bugüne dek böyle bir anayasa anlayışı hakim olmadı. Çünkü, bizim anayasalarımız, en özgürlükçü oldukları noktada da, parlamentarist olmayı tercih ettiler. Sadece 1961 Anayasası yetki kullanımının tek mercii olarak parlamentoyu değil diğer organları da (yasama, yürütme, yargı) işin içine kattı. Doğrusu odur. Bütün bunlardan sonra anayasacılık tarihimiz toplumun olabildiğince özgürleşmesine olanak sağlamayan, devletin egemenliği elinde tuttuğu bir tarih oldu. Türkiye'nin bir türlü demokratik açıdan erginleşememesi, daha da önemlisi sivilleşememesi bu nedenledir.
Ölü çocuk doğurmak
Bu bir demokrasi problemidir. Demokrasi dediğimiz zaman bugün ne antik Yunan'ın hatta ne de 20. yüzyılın demokrasisini anlıyoruz. Bugünkü demokrasi bütün bu boyutları çok aşmış, çok farklı ve özgürlüksivillik anlayışına dayalıdır . Bugün Türkiye'de tek özgürlük sorunu türban değildir. 301'in ortada durduğu ve telaffuz dahi edilmediği bir ülke olarak Türkiye'de çoğulculuk, katılımcılık, örgütlenme kısıtlamaları var, ayrımcılık var. Demokratik yönetim sorunları var. Dinsel, mezhepsel, etnik kimlikler bağlamında aşılması gereken sorunlar var. Onları unutup, yok sayıp anayasa değişikliğini sadece türbanlaiklik hattında sıkıştırmak, ölü çocuk doğurmaktır.
Yeni anayasanın öncelikle bu referanslarla hazırlanmasını bekliyoruz. Unutmamalı ki, büyük olan küçüğü kapsar; ama küçük olanın büyüğü kapsamasını 'minimalistler' bile başaramadı!