AKP'nin seçim başarısından ve Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra bu partinin yandaşı olan gazetelerde çıkan yazıların rövanşist bir edayla yazıldığına dair basına yansıyan haberler gitgide yayılıyor. Eğer gerçekten öyleyse bu yaklaşım çok yanlış! Böyle bir evrede, yani bir parti büyük bir başarı kazanmışsa, parlamentoda her şeye yetecek bir güç elde etmiş, yürütmenin arkasına güçlü bir destek yerleştirmiş ve en önemli siyasetçilerinden birisini cumhurbaşkanlığına çıkarmışsa ona taraf olan basının çok daha farklı bir yaklaşım içinde bulunması gerekir.
O yaklaşımı tanımlayacak en önemli iki unsur entelektüel ve siyasal bir derinliktir. O konuda bir şeyler söylemek istiyorum. Onun için de Yavuz Baydar'ın S TV'deki programında bize yönelttiği, vakit kısıtlığı nedeniyle yeterince yanıtlayamadığımız bir sorudan hareket edeceğim. Baydar, mevcut durumun malum olumlu ve güçlü özelliklerinin dışında kalan olumsuz ve zayıf yanlarını sormuştu. Bu önemli sorudan kalkarak şunları belirteyim.
Gül ve siyasal alan
Her şeyden önce, başka bir yazıda daha belirttiğim gibi, AKP'nin Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmesi bütünüyle siyasal bir oluşumdur ve bu cumhuriyet tarihimizde ilk kez gerçekleşen bir oluşumla ortaya çıkmıştır. Gül'ü, benimseyelim-benimsemeyelim, bir anlamda halk seçmiştir. Buna mukabil bir parti, eğer parlamentoda bu derecede, neredeyse anayasayı değiştirecek bir güce sahipse ve en önemli siyasetçisini cumhurbaşkanı seçtirip, yürütmeye hakim olmuşsa, ondan sonra ortaya çıkacak durumun siyaset alanını daraltmaya yatkın olduğu da bir gerçektir. Bu, Türkiye gibi, denge ve kontrol unsurlarının yeterince güçlü olmadığı bir toplumda başlı başına bir sorundur. Bu bakımdan AKP'nin tavırlarına ve siyasetine ayrıca bir demokratik içerik ve esneklik kazandırması, katılımcı, paylaşımcı bir süreci kesinlikle ihmal etmemesi gerekir.
Gül ve 'yıpranmak'
İkincisi, AKP, Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmek için büyük bir enerji harcadı. Ortaya çıkan tablo, uzaktan bakınca, topluma, Gül'ün seçilmesiyle birlikte partinin adeta 22 Temmuz sonrasında fonksiyonunu ve misyonunu tamamladığı izlenimini de veriyor. Bir anlamda, AKP'nin, cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, sanki yıllardır görevdeymişçesine, yıprandığı düşünülebiliyor. Ayrıca, Gül'ün cumhurbaşkanlığı döneminde AKP sürekli olarak onu, bu seçimi savunacak. Bu da fazladan bir enerji harcamak anlamına gelir. Bir de, Gül'le Erdoğan arasında doğması muhtemel hatta muhakkak olan, doğal bazı sürtüşmeler, parti içine dönük gerilim ve çekişmeler eklenirse durumun daha da ağırlaşacağı söylenebilir.
Aydınlar ve AKP
Bu şartlar altında AKP çevrelerine, belirttiğim üzere, ayrı bir entelektüel ve siyasal derinliğin hakim olması gerekiyor. Oysa, soğukkanlılıkla bakınca, bu özelliğin ortada görünmediğini söylemek yanlış değil . O basına makro bir planda ve genel olarak bakınca ortada bir yüzeyselliğin olduğu hemen göze çarpıyor. Bu, ciddi bir eksiklik. Çünkü, 1990'lı yıllarda ve 2000'lerin başında sözü çok edilen 'İslami entelektüeller'den geriye pek de bir şeyin kalmadığı meydanda. O dönemde yapılan derinlikli tartışmalardan şimdi eser yok. O kesimler artık önemli, güçlü, kalıcı ve etkin düşünce üretemiyor. Bu durumda AKP'yi ve siyasal arenada olanları tartışmak, AKP'ye gereken desteği vermek o çevrelerle organik bağı olmayan liberal, hatta sol entelektüellere ve siyaset düşünürlerine kalıyor. Oysa, o insanlar, üstlerindeki bu yükten kurtulsalar çok daha önemli, çok daha yararlı ve muhalif şeyler söyleyebilecekler. Siyasetin oksijeni demek olan diyalektik çelişki ancak öylelikle doğabilecek.
Asıl gereksindiğimiz şey bugün budur. AKP çevreleri biraz bu yoksunluğun, bu kuraklığın üstünde düşünmek istemez mi?