Abdullah Gül bugün cumhurbaşkanı seçiliyor. Politik olarak tercihimiz ondan yana veya ona karşı dahi olsa bu, tüm olumlu olumsuz boyutlarıyla, Türk siyasal hayatında çok önemli bir gelişme ve dönüm noktasıdır. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı siyasal yaşantımızın 1991'den sonra içine girdiği yeni yapının son evresidir. Bu yapının en bariz özelliği politik İslam'ın çok çeşitli görüntüler ve oluşumlar içinde merkez siyaset sahnesine çıkması, zamanla da merkez siyaseti kendisiyle özdeşleştirmesidir. AKP'nin 2007 seçimlerinde kazandığı ve Gül'ü Çankaya'ya taşıyan başarı 1990'lar boyunca dikkatle hazırlanmış bir siyasal iradenin sonucudur. Bu sonuç çok karmaşık toplumsal ve siyasal dönüşümleri içermektedir ve Milliyet'in araştırmasına göre (28.7.2007) bugün seçim yapılsa AKP'yi % 54'e taşıyacak süreçtir. Buna bakarak üç şey söylemek gerekiyor.
Sosyolojik olarak
Abdullah Gül, bütün bu sürecin bir kırılma noktasıdır. Henüz bu cumhurbaşkanlığını hazırlayan iç dinamikleri yeteri kadar bilmiyoruz. Fakat basına yansımış olan işaretler var. Ayrıca belli sezgiler söz konusudur. Tümü yan yana getirilip alt alta koyulduğunda görülüyor ki, Gül'ün cumhurbaşkanlığı AKP içinde bundan sonra da önemli, yeni ve yan gelişmeler üretecektir. Gül'ün Çankaya'ya çıkışı bir anlamda kendi partisine karşı da sürdürdüğü bir kampanyanın sonucudur. Bu anlamda Gül, Erdoğan'ı aşmıştır. Bu tek başına ve salt 'karizmasıyla' yapabileceği bir şey değildir. Bu sonucu hazırlayan koşulların Çankaya döneminin başlamasıyla birlikte bir çırpıda nötrleşeceğini varsaymak anlamsız olacağından yakın geleceğin farklı oluşumlara gebe olduğunu öngörmek kehanet olmaz.
Hukuksal olarak
22 Temmuz öncesinde yapılmış anayasa değişikliği ekimde referanduma sunulacaktır. Orada birtakım yeni düzenlemelere gidileceği kesindir. Çünkü, eldeki metin seçimin 11. cumhurbaşkanı (şimdiki durumda Gül) için de geçerli olduğunu belirtmektedir. Bu şartlar altında ya Gül yeniden partisince aday gösterilecek ve bu defa halk tarafından seçilecek ya da anaysa değişikliği 12. cumhurbaşkanına ve sonrasına matuf olacaktır. Fakat bundan önemlisi söz konusu değişiklikle birlikte cumhurbaşkanlığı yetkilerinin kısıtlanması ve parlamenter (buna parlamentarist demek bizim koşullarımızda daha uygun olacaktır) demokrasinin büsbütün ileri bir noktaya taşınmasıdır. Bu da bizatihi Gül' ün cumhurbaşkanlığı döneminde başlı başına bir sinir ucu teşkil edecektir.
Siyasal olarak
Nihayet en önemli nokta! Şunu açıkça kabul edelim: Gül' ün cumhurbaşkanlığına gitmesiyle birlikte ve içinden çıktığı AKP'nin Meclis'te sahip olduğu büyük sayısal birikimle birlikte siyasal alan belli ölçülerde daralacaktır. Bu diyalektik bir durumdur. Gül, Çankaya'ya kesinlikle siyasal bir itkiyle çıkmıştır. Ama Çankaya dönemi böyle bir sonuç üretebilecektir. Şundan. Türkiye' deki demokrasinin en büyük eksiği, çok yazıldığı üzere, yeterli kontrol ve denge unsurlarının ( check and balances ) mevcut olmamasıdır. Bu, 19241961 ve 1982 anayasalarının yarattığı ve bizim siyasal sistemimizin en spesifik sorunlarından birisidir. Şimdi, şüphesiz tarafsızlık gözetecek olmasına karşın, cumhurbaşkanlığıyürütme hatta yasama arasındaki, haydi 'tarihsel' diyelim, ittifak veya süreklilik ortaya her evrede siyasetin belli bir hassasiyet üretmesine yol açacaktır. Tekrar edelim, bu siyasetin gösterdiği bir hassasiyet olacaktır, olmalıdır. (Siyaset dışı güçlerin hassasiyetleri söz konusu dahi değildir.) O niteliğiyle de bu duyarlılık doğaldır; gerçek, üretken ve siyasal olduğu ölçüde, siyaset biliminin kendi kavramıyla söyleyecek olursak 'güreşmeci' ( agonizmacı ) olduğu ölçüde anlamlı olacaktır . Olmalıdır da! Aksi takdirde açık veya kapalı bir mutlakıyete teslimiyet kaçınılmazdır.
Beklenen budur. Umarız yeni cumhurbaşkanlığı dönemi bunu hazırlayacak bilinci ve kavrayışı gösterir.