28 Şubat davası kapsamında bazı müştekilerin avukatı Mustafa Polat, Süleyman Demirel hakkında suç duyurusunda bulundu. Polat, daha önce de Aydın Doğan ve Koç Holding aleyhinde işlem yapılması için savcılığa başvurmuştu. Bu teşebbüslerinin sonuç getirmeyeceğini hem tahmin ediyor, hem de umuyorum. Savcılar Polat'ın aklına uyarsa, zaten kutuplaşmanın azami hadde ulaştığı ülkemiz, tam bir yangın yerine döner.
Aydın Doğan ve Koç Holding'i şimdilik bir kenara bırakıp, Demirel'i ele alalım. Bir kesim, 28 Şubat'ın arkasında eski Cumhurbaşkanı'nı görmekte kararlı. Demirel'in o dönem iyi bir imtihan vermediği konusuna ben de katılıyorum. Ama hadiseye farklı bir açıdan bakınca, Demirel'in tarafları yumuşatarak, siyasetin gerçek bir darbe almasını önlediği de söylenebilir. 12 Mart muhtırası sonrasında hemen istifa etmesinin sebebi de, TBMM'yi açık tutabilmekti. Doğrudur, yanlıştır... Farklı değerlendirmeler olabilir. Fakat Demirel'i "28 Şubat darbesini planlayan kişi" olarak takdim etmek, insafsızlık! Netice itibariyle Erbakan da hiç direnmedi; sadece kararları imzalamayı erteledi; sonra gidip Mesut Yılmaz'la konuştu. Ona "Siyasi çekişmeleri bir kenara bırakalım; demokrasi tehdit altında; birlikte hareket edelim" dedi; Yılmaz bu teklifi kabul etmedi. Çaresiz kalan Erbakan kararları imzaladı fakat savsakladı; alınan kararlar istikametinde adım atmadı.
Unutmayalım ki Demirel'e, askerler, hükümet kurma görevini Erbakan'a vermemesini de söylemişti. Buna rağmen, Erbakan'ı görevlendirdi.
Hem askerler, hem MİT, 1997 başından beri, ona irtica tehdidini gösteren bir dizi brifing verdi. Milli Görüş hedefteydi: "Milli Görüş'ün kaynağı Kur'an ve İslâm hukukudur. Ana fikri: Devlet dine hükmedemez; din, devleti yönlendirir. Devlet yapısı mutlaka dini esaslara oturtulmalıdır."
Demirel, askerin kendisine verdiği brifing sonrasında, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'yı yasal zeminde kalınması için uyarmıştır: "İrtica tehdidine ilişkin bilgilerin bir kısmı doğru olmayabilir. Bunları tahkik edeceğim. Devletin büyük kurumları sağlam ve yerinde duruyor. Rektörleri ben tayin ettim. TRT'ye henüz hiçbir müdahale olmadı. Başsavcıyı bugün tayin edeceğim. Şeriatçılık sayılacak hiçbir kanun Meclis'ten geçmedi, geçemez de. Geçerse gereğini yaparım. Hep konuştuk, demokratik kurallara dayanabilirsek bu sorunu aşarız. Dayanamazsak o zaman Cezayir'e döneriz."
Demirel, Cezayir örneğiyle, Karadayı'ya seçilmiş bir partiye iktidarı vermemenin kanlı sonuçlarını hatırlatıyordu. Brifingde kendisiyle paylaşılan iddiaları araştırdı; Erbakan'a mektuplar yazdı. Bazı söylentilerin doğru olmadığını Genelkurmay Başkanı'na bildirdi. Kendi açısından değerlendirildiğinde, trenin raydan çıkmasını engelledi. Zaten Erbakan da 28 Şubat kararlarını aynı düşünceyle imzaladı. Her ikisi de Meclis zemini açık kalksın istedi.
Demirel, hükümet kurma görevini Tansu Çiller'e vermedi. Bunun sebebini şöyle açıklıyor: "Ülkede büyük bir gerginlik vardı. Bu durumu bertaraf etmek için farklı bir isim görevlendirdim. Zira Refahyol yerine Yolrefah olmuş, gerginlik sürüp giderdi."
Erbakan istifa etmeden önce erken seçim ilan etmeliydi. Bunu yapmadılar. Ya da Doğru Yol, Refah Partisi gibi bütünlüğünü muhafaza edebilseydi, Yılmaz hükümeti güvenoyu alamazdı. Noter'den tasdikli isimlerle Çankaya'ya çıkmak çözüm değil. Güven oylaması sırasında o desteği Meclis'te muhafaza etmek esastı.
28 Şubat sürecinde, hem MGK kararları, hem de Mesut Yılmaz'ın hükümeti kurmakla görevlendirilmesi yasal bir zemine oturuyor. Ama buna bakarak "28 Şubat sürecindeki faaliyetler demokrasiye uygundu; asker görevinin içinde kaldı" diyemeyiz elbette. Tarihi bir daha yaşayamayacağımız için, şu soruya da cevap veremeyiz: Demirel ya da Erbakan direnseydi sıcak bir darbe gerçekleşir miydi?