Pazar günü Başbakan Erdoğan bir dizi konuşma yaptı. Önünde 2 yol vardı. Biri uzlaşma, diğeri kutuplaştırma. İkinciyi tercih etti. Ya kitlelerin, iç ve dış mihrakların maşası gibi kullanıldığına ve doğrudan kendi iktidarını tehdit ettiğine samimiyetle inanıyor. Ya da seçimlerde kullanılmak üzere, 28 Şubatvari bir mağduriyet zemini hazırlıyor. Yabancı kredilendirme kuruluşları puanımızı arttırdığında, Time dergisi Erdoğan'ı kapak yaptığında, dış mihraklar dost... Gezi protestolarıyla birlikte "düşman" edebiyatı başladı. "Kaymak tabaka" da Erdoğan'ın salvolarından nasibini aldı: "Bir, iki, üç banka... bize böyle bir mücadele başlattınız, bunun bedelini ağır ödeyeceksiniz... Borsayı çökertme gayretlerine girenler, Tayyip Erdoğan'ın orada parası yok, çökersen sen çökersin... Spekülatörlüğünüzü yakaladığım zaman ümüğünüzü sıkarız."
Bankaları suçlamasına akıl sır erdirememiştim. Faiz Lobisi nereden çıktı diye düşünüp duruyordum. Galiba bazı üniversitelerin öğrencilerinin, rektörün iznini alarak Taksim'e gitmesi, Erdoğan'ın bu şekilde konuşmasına yol açtı. Üniversiteden hareketle, bankayla ilişki kuruyor, oradan da Faiz Lobisiyle. Hem bankası, hem üniversitesi olan sermaye sahipleri kim düşünün. Bedelini ağır ödeyecek işadamlarını teşhis edersiniz.
Başbakan'ın gerginliği bu kadar tırmandırması doğru değil. Nitekim bazı AK Partililerin yumuşak konuşmaları, yatıştırıcı ifadeleri partisinde de kendisi gibi düşünmeyenlerin varlığını ortaya koyuyor.
Bir miting, ardından bir miting daha... diyelim ki meydana yüz binler toplandı. Ülkedeki tansiyonu nasıl düşüreceksiniz? Bunun formülünü buldunuz mu?