Adını, "özgürlük hâkimi" koymak yanlıştı. Herkes zannetti ki, ismiyle müsemma, yeni atanan hâkimler peş peşe tahliye kararı verecek. Oysa bu düzenlemenin amacı, tutuklu sanıklara, yargılandıkları mahkemenin dışında başvurabilecekleri bir merci sağlamaktı. Malûm, iddianame kabul edilmeden önce, şüpheliler, nöbetçi hâkimlere müracaat ederek, tutukluluğun sonlandırılmasını talep edebiliyor. Ama iddianamenin kabulü sonrasında, sadece kendi mahkemesindeki hâkim heyetinin kararıyla tutuklama kalkabiliyor. Bu durum, sanıkların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) açtıkları davada da eleştiri konusu yapılmıştı. AİHM, "özgürlük hâkimleri" diye adlandırılan türde bir yapılanmaya gidilmesini istemişti. Bu gerçekleşti fakat belki de adı dolayısıyla herkes, tahliye beklemeye başladı. Oysa KCK operasyonunda tutuklanan KESK'liler de, 28 Şubat soruşturmasında tutuklanan Ahmet Çörekçi, Fevzi Türkeri, Kamuran Orhon gibi eski komutanlar da, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz de tahliye edilmedi. Türkiye'de öteden beri ağır cezalık suçlarda tutuklu yargılama tercih edilir. Her ülkede, darbe teşebbüsü ya da terör eylemi ciddi suç sayılır, failler tutuklu yargılanır. Türkiye'de sorun, sanıkların önemli kişiler olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, bu kişilerin söz konusu eylemlerle somut ilişkisi var mı, yok mu, o noktada da şüpheler mevcut. Hal böyle olunca, tutukluluk hiçbir dönemde olmadığı kadar ön plana çıktı. İnsanlar, tutuklamaların yargısız infaza dönüştüğünü yeni fark etti.
Hükümet, kamuoyunun baskısından bunaldı. Adli kontrolün uygulanmasının önünü açmak için, cezalardaki üst sınırı tamamen kaldırdı. Özgürlük hâkimleri atadı. Ama görüldüğü gibi hiçbir şey değişmedi. Çünkü isnat edilen suçlar çok ağır ve yargılanan kişiler, Türkiye'nin elit tabakasını oluştursa dahi, hâkimlerin nezdinde bir şey fark etmiyor; zaten etmemeli de. Bununla beraber, kaçma tehlikesi ya da delil karartma ihtimali bulunmadığında, adalet tutuksuz yargılanmayı gerektirir.