12 Eylül tartışılırken, solcu gençliğin yüceltildiğini, Ülkücü gençliğin ise, "devletin maşası" olduğu havasının basıldığını gözlemliyorum. Oysa durum böyle değil. 80 öncesinde, üniversiteleri işgal eden, adam kaçıran, banka soyan ve şiddet kullanıp, aynı zamanda askerle de işbirliği yaparak sosyalist devrimin yolunun açılacağını düşünen bir gençlik vardı. Bunlar, kâh Maocu Çin'in, kâh Sovyetler'in kanatları altında faaliyet gösteriyordu. Ülkücü gençlik, öyle bir ortamda, devleti ve düzeni savunma adına ortaya çıktı. Elbette bazı Ülkücüleri, tıpkı solcuları da kullandığı gibi, devlet kullanmış olabilir. Aslında, Ülkücülerin kendini devlet yerine koyup kavgaya müdahil olması da doğru değildi. Onların, kurtarılmış fabrikalarda, kurtarılmış bölgeler ya da üniversitelerde, derneklerde, komünist/sosyalistlerin karşısında yer alması, solcularla vuruşması, aksine, şiddeti daha da yaygınlaştırdı. Devleti, daha büyük anarşiye sürükledi.
Hatırlatalım, ne Deniz Gezmiş, ne de Mahir Çayan, sütten çıkmış ak kaşıktı. Gezmiş, Balgat'taki Tuslog tesislerinden 4 ABD askerini kaçırdı; üniversite işgallerinde başı çekti. Çayan ise, işadamı Mete Has'ı kaçırıp fidye aldı; İsrail Başkonsolosu Elrom'un öldürülmesinde rol oynadı; sonra NATO'ya ait Fatsa'da görevli 2 İngiliz ve 1 Kanadalı teknisyenin kaçırılmasına önderlik etti. Sosyalist takipçileri de benzer yoldan gitti. Elbette Gezmiş'in genç yaşta öldürülmesi, Çayan'ın gene genç yaşında bir çatışmada ölmesi keder duyulacak olaylar. Ama tek taraflı yorumla, 80 öncesi olaylarda solcuları kahraman direnişçiler, Ülkücüleri ise devlet işbirlikçisi gibi takdim etmek çok yanlış.